T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Küçük ve büyük statüko

Anayasa Mahkemesi'nden bütün diğer temel kurumlara kadar, "eylem ve işlemlerinden" dolayı tartışma konusu olmayan kurumu kaldı mı Türkiye'nin? Hayır. Peki bu tartışmayı belirleyen sorun ne, ya da kurumlar neye göre bir sorun kaynağı olarak ortaya çıkmış oluyorlar?

RP'nin kapatılmasında sorunu belirleyen hat, demokratik mekanizmaları kullanarak kamusal faaliyet yürüten bazı yapılanmaların demokrasi için "iç tehdit" oluşturduğu iddiasıydı. RP kapatılırken, "sivil kuvvetler", bu "iç tehdit" hattı temelinde bir ayrışmayı esas kabul ederek büyük çoğunlukla kapatma kararını onaylamış oldular. Fakat FP'nin kapatılmasında ayrışmayı oluşturan hat adeta "makas değiştirdi" ve sonuçta kapatma kararının olumlanması tarafında duranlar "sivil kuvvetler"in az miktarını yanlarına alabildiler.

Bir bakıma, "iç tehdit" algısının tabii sınırları dışında işlevselleştirildiğinin işaretidir bu. Kuşkusuz kamuoyunun çağunluğu açısından "iç tehdit" kavrayışı, bir kavrayış biçimi olarak geçerliliğini koruyor. Fakat bu son kapatma kararında bu kavrayış biçimine bile şüpheli gelen, yani "siyasi" olanla "hukuki" olanın tam olarak üst üste oturmadığı inancını besleyen bir durum ortaya çıkmış görünüyor.

İşte bu nokta, siyaset ve demokrasi adına üzerinde yoğunlaşılması gereken bir nokta olarak belirmektedir.

Bugün kapatma kararının demokrasiye verdiği zararları iyi kötü söyleyen partilerin, süreç boyunca oldukça çekimser konuşmuş olmaları dikkate değer. Siyasi partilerin "çekimserliği" ile kamuoyunun çoğunluğunun kapatma kararını "olumsuzlaması" arasındaki açı farkı, "siyaset" ile "toplum" arasındaki bağın "kader"ini belirleyecek bir gelişme olarak beliriyor.

Siyasi partiler, herhangi bir olay olduktan sonra, olayın biçimlenmesine göre tavır belirleme "tutukluğu" içinde hareket ettiklerinden dolayı, toplumun bir adım gerisinde kalıyorlar her olayda.

Artık siyasal partilerin karakterinden kaynaklanan bu "gerilek" refleks sebebiyle, "toplumsal talep" ile "siyasi temsil" arasındaki bağları kurmanın tamamen dışında kalmış bir varoluş biçimine inatla sahipleniyor siyasi partiler. Bir zemin kaymasından ortaya çıkan bu durum, siyaset nam ve hesabına yazılması gereken her türlü faaliyetin "mülkiyetinin" siyasette olmasına rağmen "zilyetliğinin" (kullanım hakkı) siyaset-dışı odaklarda olması sonucunu doğuruyor. Bu nedenle siyaset bir "tutunum" noktası olmuyor toplum için.

Türkiye'nin şartları ağırlaştıkça geleneksel tutunum noktası olarak kabul gören siyaset-dışı kurumların da tartışılmaya başlandığını görüyoruz. "Güvenlik" ve "asayiş" meseleleri ile karşı karşıya bırakılmadığı zamanlarda, yani ciddi ve yoğunlaştırılmış bir beka sendromuna sokulmadığı durumlarda, toplumun eylem ve işlemlerine rahatlıkla sahipleneceği bir kurum yok ortada. Kendi geleceğini güvenlik ve asayiş sıkıntıları yaşamaksızın ve "iyi yaşam" ölçütüne göre içeriklendirerek kurmak isteyen toplumun ve buradan yükselen farklı toplumsal taleplerin akacağı bir siyasallaşmanın üretilmesi, bu nedenle Türk siyasal hayatının önündeki en temel problemdir. Bu konuda sadece "pozisyonel" olmayan, gerçekten "temelden" bir siyasallaşma üretebilirse siyasal hayat, bir tutunum noktası olma imkanını da inşa etmiş olacak.

Bunun öncelikli şartı artık apaçık ortada olan "yenilenme" ihtiyacına karşılık verecek, bu doğrultudaki "siyasal üretimlerin" üzerine oturacak bir "siyasal odak" oluşturmaktan geçiyor.

Eğer siyasette tazelenme anlamına gelecek bir "siyasal üretim" ortaya koyulamazsa, "siyaset"in geleceği kadar Türkiye'nin koordinatları da zedelecektir.

Kapatılan parti başta olmak üzere tüm "açık" ya da "kapalı" partilere egemen olan statü grupları, kendi iç statükolarını korumaya göre ayarlanmış bir maskeli yenilenme gösterisinden ötesine girişmedikleri için, bundan beslenen sadece Türkiye'yi kilitleyen "büyük statüko" oldu.

Kendi statükosundan vazgeçmeyenlerin, Türkiye'yi kilitleyen statükoyu dönüştürmeye çalışmalarının komedi olduğunu gördük artık. Kendi statükosundan vazgeçmeksizin demokrasi talep edenlerin, demokrasiyi zedeleyen her gelişmenin "dolaylı destekçisi" oldukları çırılçıplak ortada.

"Küçük statüko" değişmeden "büyük statüko" değişmez. Nerede gerçek bir "yeni oluşum" olduğunu belirlemek için "küçük statüko"nun ne kadarından vazgeçildiğine bakmak ve oradaki siyasal üretimlerin "büyük statüko"yu dönüştürme gücünü öylece ölçmek gerekir.


28 Haziran 2001
Perşembe
 
ÖMER ÇELİK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED