AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
80. yılında cumhuriyeti tartışmak!..

Cumhuriyetin 80. yılını kutladık. Ama ortada "milli bayram" için hiç de uygun olmayan tartışmalar var. Tartışmalar aradan geçen bunca yıla rağmen Cumhuriyetin güvende olmadığı, her an ciddi tehlikelerle karşı karşıya olduğu, onu yıkmaya çalışan toplum kesimlerin bulunduğu ve onlarla ciddi mücadele yapmak için toplumca teyakkuz halinde bulunmamız gerektiği tezleri çevresinde dönüyor.

Her yıl bu tür tartışmalara şahit olan insan ister istemez kendisine sormadan edemiyor: Gerçekten bu tartışmalar bir gerçekliğin ifadesi mi, yoksa baştan beri sürdürülen bir tartışmanın gelenekselleşmiş bir refleks mi? Eğer yaşadığımız bir gerçekliğin ifadesi ise gerçekten de yakın ve potansiyel ciddi bir tehlike ile karşı karşıyayız demektir.

Bir toplumun, haydi biraz daha daraltarak söyleyelim, kurucu bir siyasi kadronun "cumhuriyet"i tercih etmesinin anlaşılabilir, makul ve mantıklı sebeplerinin olması lazımdır. Geçen asrın başlarında İstiklal Savaşını yürüten Mustafa Kemal ve ekibinin savaşta kazanılan zaferden sonra yeni devletin çatısını çatarken tercihlerini "cumhuriyet"ten yana kullanmalarının felsefi, tarihi, siyasi ve sosyal bir sürü gerekçeleri vardı. Bütün bu gerekçeler anlaşılabilir, makul ve rasyonel gerekçelerdi.

Cumhuriyet 20. asrın tercihidir...

Unutmamak gerekir ki 20. yüzyılın başlarında saltanat veya monarşi yönetimlerini terk ederek cumhuriyete geçen sadece Türkiye değildi; Birinci Dünya Savaşında aynı cephede yer alan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Alman İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde yaşayan toplumların hepsi imparatorlukların, saltanatların çöküşünden sonra cumhuriyette karar kıldılar. Türkiye için de başkası düşünülmemişti. Çünkü o yıllarda çağın, tarihin akışı cumhuriyete doğru idi ve "tarihin ruhu"na direnmek düşünülemezdi.

Altı asır saltanatla var olan bir toplumda bu değişikliğin yaratacağı bir travmanın olması normaldi. Nitekim cumhuriyete karşı yer yer ortaya çıkan ayaklanma ve karşıt hareketler bastırılmış ve cumhuriyet yerleşmiştir. Aslında bu karşıt hareketlerin cumhuriyetin kendisine mi, yoksa uygulanış şekline mi olduğu üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir sorudur.

Cumhuriyete karşı çeşitli hareketlerin olduğu ilk yıllarda cumhuriyeti korumak için aşırı hassasiyet gösterilmesi, devamlı bir savunma refleksi yaratılması ve sene-i devriyelerdeki kutlamalarda, bir cumhuriyet şuuru oluşturmaya yönelik olarak bazı problem noktalarının abartılması anlaşılır bir siyasettir. Fakat 80. yılında da aynı refleks tekrarlanıyorsa burada durup düşünülmesi gerekmektedir.

Cumhuriyet tehlikede değil...

Ben Türkiye'de cumhuriyetin tehlikede olduğuna inanan biri değilim. Oldukça uzun denebilecek bir süredir Türk siyasi hayatını, profesyonelce gözlemeye, anlamaya ve belli sonuçlar çıkarmaya çalışıyorum. Ortada cumhuriyet karşıtı ciddi hiçbir siyasi ve sosyal hareketin veya düşüncenin olmadığını görüyorum. Ancak bu cumhuriyet uygulamasının bütünüyle onaylandığı, hiçbir şekilde eleştirilmediği anlamına gelmiyor. Tartışma konusu olan cumhuriyet değil, bazı politikalardır. Yani en üstün siyasi gücün bir monarkta, bir sultan veya halifede, yahut hanedanda olmasını isteyen hiç kimse yoktur. Hatta Osmanlı Hanedan ailesine mensup kenarda köşedeki bazı zevat da artık cumhuriyet diyor.

Tartışma konusu olanlarsa özellikle tek parti döneminde siyasi erk yoluyla topluma rağmen hayata geçirilmeye çalışılan ve temelde toplumu kökten dönüştürmeyi amaçlayan bazı politikalardır. Bu tür tartışma ve eleştirilerin çok partili demokrasi çerçevesinde normal görülmesi gerekir. Bu tartışmalar cumhuriyet için bir tehlike değil tam tersine cumhuriyetin demokratikleşmesi, kurumsallaşması ve toplumca içselleştirilmesi için yararlı ve gereklidir. Kadınların yüzde yetmişinin taktığı başörtüsünü cumhuriyet karşıtı olarak görmek kadar yanlış bir şey olamaz!

Cumhuriyeti savunurken veya erdemine dikkat çekerken "Cumhuriyet olmasaydı çoğumuz bebek ölüm istatistiklerinde birer çentik olurduk. Adlarımız başka başka olurdu..." gibi argümanlar ileri sürmek komiklik olsa gerektir. Bu açıdan bakıldığında önümüze konulacak Birleşmiş Milletler istatistiklerinin bizi mahcup edeceği unutulmamalı. Cumhuriyetin kazanımı ve erdemi felsefesinde, demokratik bir toplum yaratabilme başarısında, insan haklarındaki açılımda, vatandaşların karar alma süreçlerine katılabilmesinde ve kendilerini gerçekleştirebilme kanalları bulabilmesinde aranmalıdır. Cumhuriyet bebek ölüm istatistikleriyle, gerçekleştirilen sanayi yatırımları ve belli alanlardaki üretim artışlarıyla meşrulaştırılacak bir proje değildir. Mesela İngiltere'deki gibi saltanat devam ediyor olsaydı sanayileşmeyecek, sağlık hizmetleri verilmeyecek, ekonomik kalkınma olmayacak mıydı?

Bunları cumhuriyet dışı pek çok sistem daha da başarılı şekilde gerçekleştirmektedir. Cumhuriyetin erdemini, insan onuruna yaraşır bir toplum düzeni ve çağın gereklerine uygun bir siyasal sistemi kurabilme başarısında aramak gerekir. Cumhuriyet her şeyden önce tüm toplum kesimlerini kucaklama, siyasal sürece katılımlarını sağlama, mukadderatlarını belirleme ve kendilerini gerçekleştirme projesidir. 80 yılda bunu ne kadar başardığımızı tartışmamız anlamlı olur.


30 Ekim 2003
Perşembe
 
DAVUT DURSUN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED