AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Helva niyetine buyurun...

Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer... Bazen öyle olur, okuduğum iki satır, bir cümle, yazının bütünü daha sonra da zihnimi terk etmez; bellek arşivimden beni rahatsız etmeyi sürdürür... Milliyet yazarı Güneri Civaoğlu'nun önceki gün çıkan 'Banyo ve çivi' başlıklı yazısının etkisi de öyle oldu. Belleğimi boşaltıp zihnimi rahatlatmak için düşündüklerimi sizlerle paylaşmam gerekiyor...

Milliyet yazarı gazeteciliğin benim de bir bölümüne yetiştiğim güzel günlerinden söz ediyor. İki yönlü: İlkinde, "Dumanı tüten kahve, çıtır ekmek ve yanında neredeyse mürekkebi kurumamış taze gazete" reklâmıyla anlatılan okura yansıyan yön var... Her sabah güne birlikte başladığımız, okumaktan keyif aldığımız, her sayfası heyecan ürünü o eski gazeteler... Bu, konunun okura bakan yönü... Diğer yön de gazetecilere bakıyor: Haber ve yazılar için dökülen ter, okurlara hergün yeni bir şeyler sunma aşkı ve en güzel sayfaları hazırlama heyecanı...

Nerede o eski gazeteler! Civaoğlu, "Belki gazetelerin ve gazetecilerin 'asgari müşterekleri' orasından burasından bozulduğu, çözüldüğü için"diyor, "Gazetelerin tadı kaçtı..." Bu gerçeğin mesleğin en kıdemlilerinden Güneri Civaoğlu tarafından -tereddütle de olsa- kabul edilmesi güzel.

O eski 'değişik' günler satırlarına şöyle yansımış: "Özellikle genç okuyuculara 'hep böyle değildi' demek isterim. Çok da uzak olmayan tarihlerde gazete patronları ve bizlerin hep birlikte yurtdışı gezilerimiz olurdu. İstanbul'da gazete sahiplerinin bir araya geldikleri davetleri anımsarım. / Patronlar ve gazeteciler hemen bir köşede toplanırlardı. / Anılar, şakalar, takılmalar, taşlamalar, hikâyeler... / En 'kanka arkadaş' gibiydiler. / Severlerdi birbirlerini... Sayarlardı.

"Gündüz, daha çok satmak, daha çok reklam almak, daha çok atlatma haber, daha ağırlıklı başyazı ve köşe yazısı, daha güzel fotoğraf, daha derin karikatür için yarışırlardı, ama iyi arkadaştılar. Rekabet, dostluğu etkilemezdi, dostluk da rekabeti. / Söz gelişi birinin kâğıt kamyonları, İzmit yolunda trafiğe takılmışsa, ötekinden birkaç kamyon kâğıdı, tek telefonla ödünç alabilirdi. / Biri diğerinden transfer yapmışsa, öteki de ondan gazeteci alırdı. / Altta kalmazlardı ama bu bir problem haline getirilmezdi. / Gazeteciliğin genel sorunları ve yararları konusunda birlikte karar alır, birlikte hareket ederlerdi. Ankara'ya, siyasetçilere hep beraber giderlerdi. / İktidarlara, özellikle ihtilal yönetimlerine karşı omuz omuza sıradağ olurlardı. / Şeffaftılar. Birbirlerinin cemaziyülevvelini bilirlerdi. O nedenle birbirlerinin siciline kefil olabilirlerdi. / Aralarındaki karşılıklı 'saygı' bundan kaynaklanırdı. / Basın kavgaları da yayıncılık coğrafyasından, yarar - çıkar ilişkileri coğrafyasına kaymazdı."

Genel hatlarıyla doğru tespitler bunlar.

Gazeteciler birbirlerini yine görüyorlar elbette. Güneri Civaoğlu ile kısa süre önce beraberdik; İstanbul'daki Türkiye-İngiltere milli maçını yanyana izledik... Başka meslektaşlarla da değişik vesilelerle görüşüyoruz. Benim için bu karşılaşmalar, Sedat Simavi Gazetecilik Ödülleri jüri toplantısı ve töreni oluyor, ya da televizyon programlarına beraber çıktığımız günler... Ancak, bu tür tesadüfi veya farklı amaca yönelik birlikteliklerin hiçbirimizi tatmin etmediğinin farkındayız...

Patronların durumu daha da acınası... Gazete sahipleri derneği çatısı altında bulunuyor çoğu, ama araları şekerrenk olduğu için derneğin doğru dürüst toplandığını, toplansa bile karar alabildiğini sanmıyorum. Yakın zamanlara kadar Doğan Grubu ile Sabah Grubu birbirinin gözünü oyuyordu, küslüklerini araya giren Ankara giderdi... M. Emin Karamehmet de Başbakanlığı ziyaret ettiğine göre, aynı durum, ikisiyle Akşam Grubu arasında da yaşanacaktır... Artık her patron, kendi grubundaki gazetecilerle birlikte hareket ediyor; grup olarak aynı uçağa biniyor, hergün aynı fikirleri işitecekleri ortamlara kendilerini hapsediyor, gazetelerine ortak başlık atıyorlar...

Gazetelerin heyecan yitirmesine şaşırana şaşırmak gerekir. Dış evlilik yapmayan ırklar yokolur, kendine özel hastalıklara düçâr hale gelir... Tek seslilikten güzellik çıkmaz... Bulunduğum ortamlarda sözün heyecan vermediğini anladığımda, "Lâf çürüdü, bana müsaade" diyerek ayrılmakla ünlüyümdür; gazetelerin yayın toplantılarında, her gün çürüdüğü yerden alınan lâfın beş dakikada yeniden çürütüldüğüne eminim...

Bunun pek çok sebebi var da, biri merkezî önemde: Patronların gazetelere ihtiyaçları var, ama artık gazetecilere ihtiyaçları yok... İktidarların patronlara ihtiyacı var, ama gazetelere ve gazetecilere ihtiyaçları olduğunu söylemek zor... Gazeteciler başka numaralarla patronlarının gözüne girmeye çalışıyorlar; siyasîler ise zaten gözlerinin içine bakan patronları yanlarına çekmeyi yeterli buluyorlar. Arada güme giden kim sizce?

Okurun saygı duymadığı insan gazeteci, bu yüzden halkın içine karışamıyor... Halktan kopuk gazeteciler tarafından hazırlanan gazetelerin halk tarafından beğenilmesini beklemek saflık...

Civaoğlu'nun nostaljik satırları beni geçmişe götürüp bugüne getirdi. Yazısını Milliyet'in sahibi Aydın Doğan ile yayın yönetmeni Mehmet Yılmaz da okumuşlardır umarım...


30 Ekim 2003
Perşembe
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED