AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Tek tip sancısı

Cumhuriyet'in yeni bir toplum inşa projesi olduğu bilinir. Eğitimden hukuka her alan böyle bir inşa misyonu etrafında örgülenmiştir. Eğitimle toplumu dönüştüreceksiniz, dönüşemeyenleri, dönüşmemekte direnenleri de yargı yoluyla toplum dışı haline getirecek, terbiye(!) edeceksiniz.

Bu irade, galiba, geniş bir toplum kesiminin gönüllü olarak dönüşeceğini, dönüşemeyen ve dönüşmemekte direnen küçük bir azınlığın da kolayca devre dışı kalacağını hesap etti.

Ancak böyle olmadı. Cumhuriyetin dönüştürme projesi ile toplumun geniş kesimleri arasında kan uyuşmazlığı çıktı ve projeye kıskançlıkla sahip çıkan hakim irade ile toplumun geniş kesimlerinin ilişkisi problemli hale geldi.

Tek parti döneminde, devlet tek parti iradesi demek olduğu için toplum-devlet ilişkileri, tek partiye karşı öfke biçiminde ortaya çıkan bir sancı içindeydi. Çok partili hayata geçildikten sonra halk oyu büyük çoğunluğu ile tek parti yönetiminin egemen siyasi iradesini oluşturan CHP'ye karşı cenahta odaklandığı için farklı bir durum ortaya çıktı. Siyasi hayat, CHP, CHP'nin hâlâ "dönüştürme iradesi"ni sürdüren devletteki uzantıları ile halktan çoğunluk oyunu alan ve bu, "yukardan aşağı dönüştürme" iradesine muhalefeti seslendiren siyasi yapılanmalar tarzında bir şekle büründü.. Bu defa sancı, "yukardan aşağı dönüştürme"ye mesafeli yaklaşan ama bunu bir türlü açıktan söyleyemeyen siyasi partilerle devlet arasındaki ilişkilerde soğukluk tarzında ortaya çıktı.

Bu soğukluk, zaman zaman siyasi partilerin şahsında halk iradesini terbiye amacı taşıyan askeri müdahaleler tarzında oldukça sıcak atmosferlere taşındı.

Askeri müdahaleler, her seferinde devletin toplumu dönüştürme misyonunun sekteye uğradığı inancından yola çıktı,.

Bugün de eğitim alanındaki sancılar devlet içindeki kimi grupların "dönüştürme iradesi"ne sadakati ile, toplumun yönelişleri arasındaki, derinliği gittikçe artan farktan doğmaktadır.

Bu kesim hâlâ diyor ki "Halk için en iyisini biz biliriz, onun ne öğrenmesi ne öğrenmemesi gerektiğini biz biliriz. Ona dilediğini kendi başına öğrenme hakkını verirsek, ya davulcuya kaçar ya zurnacıya... Eğitim alanını hâlâ sıkı yönetim altında tutmalı ve kontrol etmeliyiz."

İlk öğretimden son öğretime, yani üniversiteye kadar, hatta akademik araştırmaların konu ve işlenme tarzına kadar uzanan bir denetleme mekanizması...

Çocuklarımız marşlarla biçimleniyor, üniversite öğrencilerimiz her branşta mutlaka ve mutlaka Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi okuyor, YÖK düzenimiz de, şablona uymayan araştırma konuları ve elde edilen sonuçlar karşısında Galile'ye uygulanan yöntemi uyguluyor.

Tarih okuyan da Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi dersi almak zorunda kalıyor, felsefe okuyan da, elektronik okuyan da...

Ve sistem bunu okutarak gençlerin Atatürkçü ve inkılapçı yetişeceğini ümid ediyor... Sanki tek tip Atatürk yorumu varmış gibi, Atatürk ilkelerinin ilanihaye tek tip yorumu yapılabilirmiş gibi... Ve tek tip Atatürk yorumu yapmakla, Türkiye'nin bütün zamanlarına uygun naslar türetilebilirmiş gibi...

Tevhid-i Tedrisat Kanunu 80 yıldır olduğu yerde duruyor.

Araya iletişim devrimi gibi bir şey girmiş.

İnsanlar, dünyanın öteki ucundaki kütüphanede bulunan bilgiye ulaşıyor. İnsanlar her şeyi her şeyi tartışıyor... Aynı evde büyüyen çocuklar bile ayrı dünyaların insanı olmaya başlamış. Ve siz, bilgiyi kontrol etmek istiyorsunuz.

Bu mümkün değil. Dün de mümkün değildi bugün de mümkün değil. Dün, tek parti diktası altında fısıltı gazetesi ile bilgiler akıyordu, bugün internet ağları harıl harıl bilgi taşıyor. Hangi çocuğun zihnini kontrol edebilirsiniz? YÖK Başkanı akademisyenin zihnini kontrol edecek bir düzeni savunuyor... "Alev Erkilet Başer'i yaptığı araştırma sebebi ile attık, diyor, bir eksiğimiz kaldı ona onay veren jüriyi de atmalıydık!" Böyle bir zihniyetin egemen olduğu üniversitenin "akademik özgürlüğü"nden bahsedilebilir mi? Gürüz'ün egemen olduğu bir üniversite hayatında, hangi bilim adamı "Ben özgürce çalıştım, ve şu sonuçlara ulaştım" diyebilir. Herkes potansiyel tehdit altında iken, herkesin zihni melekeleri bir büyük birader tarafından kontrol edilme riskini taşıyorken, "özgürce fikir beyanı" için kelleyi koltuğa almak gerektiği bilinirken... kim bağımsız düşünceden söz edebilir?

12 Eylül günlerinde cezaevlerinde özellikle okumuş yazmış insanlara esas duruş ve İstiklal Marşı talimleri yapılıyordu. Bir anlamda "eğitimdeki sapma"nın intikamı alınıyordu. 28 Şubat günlerinde kitlelere 10'uncu Yıl Marşı talim ettirildi. İnsanların özgürce oluşturmaları gereken duygu dünyalarının bile askeri irade ile tek tipleştirilmesi demekti bu.

Bu politika, dünlerde devlet-toplum ilişkilerinde ciddi sancılara yol açtı, bugün artık hiç yürütülemez, çünkü Türkiye dondurulamaz. Sadece kendimizi aldatırız. Ve bu tek tipleştirme iradesi devlete egemen olduğu sürece, toplum-devlet ilişkilerinde sancının sürmesine mani olunamaz.

Üniversite kavgası böyle bir zemine oturuyor.

Ve Türkiye, aslında siyasi iktidarlardan bağımsız olarak, ve özellikle ülkenin çocuklarının özgür geleceği adına, tek tipleştirme iradesine mahkum olacak mı olmayacak mı gibi bir kırılma noktasına doğru gidiyor.

Keşke üniversitelerde, tek tipçi saflaşmada rol alma sinyalleri değil, nesillerimize özgür düşünce ufukları açacak bir mücadelenin örnekleri sergilenebilseydi.


23 Eylül 2003
Salı
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED