AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
"Allah beni bu camiden ayırmasın..."

Süleymaniye'yi dolaşan bir grup Japon turist vardı cami içinde. Kubbeye, sütunlara, ince süslemelere velhasıl harika mimariye hayranlıkla bakıp, kendi dillerince şöyle diyorlardı muhtemelen: "Adamlar yapmış abi!.."

Bahçesinin de o esere yaraşır şekilde temiz ve bakımlı olması gerekir şüphesiz. Bu işi üstlenen Ferzander'in hikâyesine başlamıştık dün. Bugün de kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Psikiyatr Kemal Sayar, modern insanın kendini bir şeye adamadığı tespitinde bulunurken haksız değil elbet. Ferzander, toprakla temasını koparmadığı için o tanıma girmiyor. "Köydeyken çobanlık yapardım. Çok iyi bir çobandım" diyen bahçıvanımız, her ne yaparsan en iyisini yap düsturuna kendiliğinden sahip biri.

Sormadım ama, kredi kartı da yoktur herhalde Ferzander'in. İşe gidip gelmek için arabaya da ihtiyaç duymuyor. Evinin kapısından çıktı mı işinde zaten.

Oğullarından biri, Abdullah, dördüncü sınıfta ve bilgisayar mühendisi olmak istiyor. Birkaç defa kullanmış ve o da bilgisayara hayran kalmış.

17 dönümlük bahçe için, Sinan'ın bu muhteşem eserine olan hayranlığı dolayısıyla kendini vakfetmiş adeta. Ferzander her sabah beşte kalkıyor, namazını kılıp sulamaya başlıyor. Saat dokuzdan sonra çim biçiyor bir saat.

Bir ihtiyacı olup olmadığını sorduğumuzda, büyük bir çim biçme makinesine ihtiyaç duyduğunu belirtiyor. "Çimleri bir yandan biçmeye başlayıp öte başa geçtiğimde, başladığım yer tekrar büyümüş oluyor. Hele bir de yardımcım olsa, bu bahçeyi daha güzel hale getiririm."

Cami içindeki sarı mumlukları parlatmak, toz almak, kar yağınca bahçede kar kürümek de Ferzander'in görevleri arasında.

Yetiştirdiği ağaçları gösteriyor. "Bunları ben diktim" diyerek gösterdiği ağaçlar uzamış gitmişler göğe doğru. Gülleri de sayarsak, ağaçlarla beraber hepsi iki bin civarında. Meyve ağaçları da var. Ceviz, erik, şeftali...

Bahçeyi güzelleştirmek için sekiz mühendisle beraber çalışmış. Her şeyi öğrendim diyor. Yetiştirdiği güller arasında güleç yüzüyle dolaşıyor. Daima mütebessim.

99 depreminde ufak bir hasar olmuş Süleymaniye'de. Kubbenin iç kısmında bir karışlık sıva dökülmüş, hepsi o kadar.

- O deprem sırasında Abdullah'la ben evdeydik. Hanım diğer çocuklarla köye gitmişti. Sallantı başlayınca hemen kalktım, bahçeye koştum. Minarelere baktım, duruyor. Kubbe yerli yerinde. Çok şükür deyip eve döndüm, çocuğu kucağıma alıp dışarıya çıkardım. Allah'a şükür, hiçbir hasar olmadı. Civarda oturanlar koşup cami bahçesine sığındılar. Günlerce burada yatıldı o zamanlar.

Daha önce deprem görüp görmediğini sorduk, anlattı.

- Çok ufak bir çocukken Muradiye'de deprem olmuştu. Elimde yaba vardı. Toprak hareketlendi. Bir uğultu, bir gürültü... Ne olduğunu anlayamadım. Çok korktum. Ben bir yana düştüm, yaba bir yana gitti. Yer kabardı, ağaçlar devrildi. Deprem bittikten sonra yaralıları hastaneye yetiştirmek için helikopterle yardıma geldiler. Ama biz daha önce hiç helikopter görmemişiz. Bir gürültü yaklaşıyor. Yine korktuk. Ama bu sefer sallantı yok. Sadece ses. Teyzemin kızı vardı benden ufak... Beş-altı yaşında falandı. Allah geliyor galiba dedi. Sonra baktık, helikopter geldi, yaralıları taşıdı.

Selimiye'yi gördün mü diye sorduk, Ferzander Edirne'ye gittiğini, Selimiye'yi de gördüğünü, çok beğendiğini söyledi. "Ama benim için burası başka..."

Emekli olmayı düşünüp düşünmediğini sorduğumuzda, gülüyor Ferzander. "Emekli olsam bile burada çalışmaya devam etmek isterim. Allah beni buradan ayırmasın" diyor.


12 Haziran 2003
Perşembe
 
MEHMET ŞEKER


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED