AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Amerika'yı yeniden keşfediyorum

Son zamanlarda yolum sık sık Amerikalılar ile kesişiyor. Dâvetler oluyor, gidiyorum... Görüşmek isteyen çıkıyor, nazlanmıyorum... Toplantılar, yemekler... Önceki akşam oturup düşündüm: Hiç bu kadar çok Amerikalı ile bu denli yoğun konuşma fırsatım olmamıştı...

Konuşmak birbirini anlamak demek değil. Tam tersine, çoğu kez onlar beni anlamıyorlar; bazen de kendimi en rahat hissettiğim ortamlardan kafam eskisinden daha fazla karışmış olarak ayrılıyorum. Bunun 'bana özgü bir dert' olduğunu sanıyordum ki, imdadıma, Council on Foreign Relations (CFR) onuruna düzenlenen yemeğe katılan meslektaşlardan Akşam dış politika yazarı Semih İdiz yetişti. Masasındaki Amerikalılarla sohbete ayrılan dünkü yazısı, İdiz'in de muhatapları tarafından anlaşılmadığını, onun da konuştuğu insanları anlamakta zorlandığını anlatıyor...

Şu bölümü beraber okuyalım: "Sonuçta önemli olan bu şahısların kendileri değil elbette ki. Önemli olan Türkiye konusunda Amerikan sağı adına yansıttıkları yukarıdan bakan hava. Irak meselesinde Türkiye'nin hata ettiğini ben de savundum. Hâlâ aynı fikirdeyim. / Ama her şey demokratik çerçevede işledi. Bölgeye demokrasi getirmek isteyen sağcı Amerikalılar'ın bunu anlaması gerekiyor. Fakat belli ki anlamak istemiyorlar. Bu tabii onların derdi. Bize gelince, Amerika'dan yansıyan bu olumsuz havaya razı olmak gibi bir zorunluluğumuz yok."

Oh be, dünya varmış, yalnız değilmişim...

Amerikalılar 'rasyonel' insanlardır; 'emperyal' rüyalar görmeye başladıktan buyana bambaşka bir havaya büründüler. 'Pragmatizm' üzerine oturan ABD dış politikası Irak Savaşı ile birlikte müthiş 'dediğim dedikçi' ve 'intikamcı' bir yapıya büründü. Amerikalılar açıklık ve şeffaflıktan yanadır; pazarlıkta elini karşı tarafa açar, karşı tarafın da elini görmek ister... Şimdi ise, pazarlığı, 'hep bana, hep bana' usulüyle yürütmek istiyor ABD...

Kendinizi bir yatırımcı olarak düşleyin. Zengin biri size gelip, elinizde avucunuzda ne varsa yatıracağınız bir ortak girişimde kendisiyle birlikte hareket etmenizi istiyor. Olabilir. Ancak, zengin de olsanız, ortaklık teklif eden becerisini ispatlamış biri de olsa, şu soruyu sormadan edebilir misiniz: "Tamam kardeşim de, paramızı hangi işe yatıracağız?"

Washington'da ipleri ellerinde tutanlar, Türkiye'nin kendileriyle birlikte davranmasını arzuluyorlar. Arzulayabilirler. Ancak, çok garip davranıyor ve 'birlikte hareket' etmesini bekledikleri Türkiye'ye 'hangi konuda' işbirliği yapılması gerektiğini söylemiyorlar. Önceki gün, Washington'da gelişmeleri yakından izleyen bir tanıdıkla konuşurken, bu konuyu açtığımda, "Doğru" dedi, "ABD, Türkiye'den kendisine tam güvenmesini bekliyor..." Onun 'tam güven' dediğini, ben, 'tam teslimiyet' olarak tercüme ettim...

Neden bu böyle? Meğer, Washington'da ipleri elinde tutanların aldığı bir ilke kararıymış bu. Colin Powell'ın başında bulunduğu dışişleri bakanlığı ne denli yakınlık gösteriyor olursa olsun, Pentagon bundan böyle Türkiye ile işleri 'gerilim politikası' çerçevesinde götürmeye kararlıymış... Tanıdığım, "Hiçbir bilgi paylaşılmayacak" dedi bana...

'Gerilim' benim sevdiğim bir sözcük; gerilim romanları meraklısıyım ya! Washington'daki lobi de hem gerilimi seviyor, hem de gerilim romanlarını... Richard Perle sözgelimi, ABD'nin Sovyet İmparatorluğu'nu çökertmesini anlatmak için bir 'gerilim romanı' yazmaya kadar vardırdı işi... 'Hard Line' (Sert çizgi) adlı romanı beğenilmedi, satmadı da, ancak aynı çizgiyi paylaştıkları kadronun düşünce sistematiğini anlamak için önemli ipuçlarıyla dolu o roman...

Ölçü değişikliğinin ipuçları, lobinin 'fikir babası' olduğu iyice ortaya çıkan Leo Strauss'un düşünce yapısından da alınabiliyor. Kısa zamanda hakkında çok şey yazılan bilinenlerden çok farklı bir filozof Strauss. Paul Wolfowitz onun öğrencisiydi, kurduğu özel istihbarat biriminin başındaki Abram Shultsky de öyle. Bu ekibin 'ideologu' olduğu bilinen William Kristol de, 'tarihin sonu' tezi ile ünlenen Francis Fukuyama da Şikago Üniversitesi'nde Strauss atmosferinde yetiştiler...

Leo Strauss'un kızı "Yazılanları okuduğumda babamı tanıyamıyorum" diyor; zaten iddia da o: Strauss, en yakınlarından bile sakladığı 'farklı', çoğu kez 'komplo kokan' fikirlere sahipti... Bir uzman, "Strauss'u, onun büyük filozofları okuduğu gibi 'kuşkucu' bir zihinle okursanız, bulgularınız sizi rahatsız eder" diyor. Nedeni şuymuş: "Strauss kılık değiştirmiş bir Makyavelli'dir; çömezlerini, akıl üstünlüklerinin, gerekirse sahteciliğe de başvurarak, insanlığı yönetmeye kendilerini zorladığını kabule teşvik eder."

Amerika'nın yeni zihniyet dünyası, konuştukça daha iyi anlıyorum, Leo Strauss'un parametrelerini yansıtıyor. Pragmatik, akılcı, hoşgörülü Amerika gitti, Strauss'un 'komplocu' zihniyet dünyasına uygun hesapçı, akıldışı, intikamcı bir Amerika onun yerini aldı. Bizde de o parametrelere uyan tipleri, ya da 'sahtecilik' politikalarının etkisi altına düşenleri veya doğrudan başka yöntemlerle tatmin edilenleri de Leo Strauss'un izinde kabul edebiliriz...

Ne kadar konuşursam konuşayım, bu Amerika'yı ve Leo Strauss'un çömezlerini anlamam mümkün değil...


12 Haziran 2003
Perşembe
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED