T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Hiç kendinizi özlemiyor musunuz? (II)

Şimdi insanın kendisini özlemesi de nereden çıktı? Marx'tan itibaren bilhassa Avrupa solu içinde makes bulan "yabancılaşma" sorununun, bir Avrupalı'nın zihninde asla sahici bir karşılığı bulunmadığını, bulunamayacağını ve bu kavramla ilintili olan jargonun, asırlarca topraklarından uzakta itilip kakılmaktan gına getirmiş yahudi entellektüellerinin bir kavramsallaştırması olduğu nazar-ı itibara alınmadıkça makul bir biçimde tefsir edilemeyecek bir mahiyet taşıdığını belirtmek kaydıyla söylemeliyim ki burada işaret etmeye çalıştığım 'hasret' ve 'özlem' siyasal bir mahiyet taşımıyor! Yahudiler için, bilhassa Avrupa yahudileri için "yabancılaşma" handiyse yahudi olunmadıkça anlaşılamayacak denli büyük bir farklılığın, farklı görülmenin, tamıtamına yabancı olmanın, yabancı olduğunu hissetmenin bir ifadesiydi. Siyasal tedaileri dışında psikolojik bir tarafı da vardı. Bilhassa XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren görünür hale gelen "Emanzipation" hareketi işbu psikozun hem siyasal, hem sosyal düzlemde bir dışa vurumundan ibaretti. (Bir zamanlar Ayten Alpman'ın seslendirdiği 'Memleketim' şarkısının ezgisini sanırım herkes hatırlayacaktır. Millî marşımız haline gelen bu şarkının bestesinin, klasik bir yahudi şarkısından aynen alındığını söylersem kimse şaşırmasın de vakit bulursa Traditional Jewish Music dinlesin!)

Bizim irfan geleneğimizde yabancılaşma kelimesinin karşılığı olmak bakımından garib ve gurbet sözcükleri kullanılır.

Gurbet, kişinin ait olduğu toprağın (vatanın) dışına düşmesi değildi sadece, bilakis dünyanın kendisi bizatihi bir gurbet mahalliydi ve insanoğlunun burada, bu dünyada gurbette, gurbet içinde yaşadığına inanılırdı.. Yabancı bir diyara düşmüş yabancılardık; bu bakımdan bu dünyaya uyum sağlamaya çalışmak, bu dünyayı sanki içinde sürekli kalacakmışız gibi algılamak yapılacak en büyük algı yanlışıydı, bir idraksizlikti… Yabancı olduğumuzun farkına varmalı, bu dünyanın bize kucak açıyor görünmesine aldanmamalı, bu yabancı topraklarda bir garib gibi yaşamalıydık. [Nitekim Heidegger'in sıklıkla kullandığı "die Geworfenheit" (atılmışlık) terimi, bütün semavi dinlerde var olan hubut-i Adem (Adem'in cennetten kovulup yeryüzüne inmesi) inancını felsefî olarak yeniden temellendirme ve kavramsallaştırma denemesinin bir ürünüdür.]

"(Dış) dünyaya yabancılık" (Sema-Arz karşıtlığı) hiç şüphesiz ki yabancılık tasavvurunun daha alt düzeylerdeki anlamlarından biri… Çünkü insanın dış dünyaya ilişkin alakası, bu yabancılığın sahte bir ünsiyete dönüşmesinden ibaret değil, kendisinden de uzağa düşmesi… tamıtamına kendisinden uzaklaşması… kendini unutması… kendine yabancılaşması…

Bu yorum farklılığını, Hz. Mevlana'nın Mesnevî'sinin girişindeki (kendi eliyle yazdığı ilk 18 beytin) ilk mısraların dolayımından hareketle daha açık hale getirebileceğimizi sanıyoruz.

Dinle ney'den kim hikayet etmede
Ayrılıklardan şikayet etmede
Dir kamışlıktan kopardılar beni
Nâlişim zâr eyledi merd ü zeni

Süleyman Nahifî'nin Türkçesinden aktardığımız bu mısralarda da görüleceği üzere ney'in ayrılıktan şikayetinin (hüznünün) sebebi sadedinde "kamışlıktan koparılmak" cennet'ten düşmek, bu yabancı diyara atılmak, vatandan ayrılmak şeklinde yorumlanmış ve burada hasret özvatana hasret, menşeimize, mebdeimize özlem olarak da açıklanmıştır.

Başka yorumlar da mevcut olmakla birlikte burada insanın kendisine yabancılaşmasının onun en büyük acısının sebebi olduğuna işaret edildiğine, kendisinden uzaklaştığında, kendini bırakıp dışarıya çıktığında ızdırabının başladığına, bütün feryadının aslında bu gurbet halinden kaynaklandığına ve fakat taşrayı (dışarıyı) bırakıp kendisine, özüne yöneldiğinde, kendisini tanıdığında, tanıyabildiğinde ve kendisiyle hasbihal etmeye başladığında ancak itminan bulup huzur ve sükuna ereceğine de işaret eden ârifler vardır.

Yabancılaşma insanoğlunun iç dünyasını iyice karartacak, keçeleştirecek hale getirdiğinde artık insan kendisini özleyemez; kendi kendisine kendisiyle hasbihale tahammül edemeyecek kadar yabancılaşmıştır çünkü.

Tam da bu noktada eski ya da yeni İslamcılık projelerinin hangi siyasî merkezin kovasına şu taşıdığını aslında o kadar önemsememek gerekir; önemsenmesi gereken asıl cihet, yandaşlarının da karşıtlarının da bizi bizle buluşturacak ne varsa onu, yani ilim ve irfan geleneğimizin insanımıza sunduğu cânım imkânları, o imkânlardan yararlanma ihtimalini törpülüyor olmasıdır.

Sorarım size, bunca vâveyla ve keşmekeş içinde hiç kendinizi özlemiyor musunuz?

Kalkın şöyle bir pencereden dışarı bakın diyeceğim ama ne yazık ki artık evlerimizde pencere de kalmadı!


2 Mart 2003
Pazar
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED