AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

D Ü Ş Ü N C E    G Ü N L Ü Ğ Ü
Sendikalar amele pazarları değil!

Yasal olarak Türkiye'de halen devlet memurlarının sendika kurma hakları var; ancak bir sendika yasaları yoktur. 4688 sayılı sendika yasası, devlet memurlarına sendika kurma hakkı değil sendika adı altında örgütlenme hakkı vermiştir. Sivil toplum örgütleri olarak etkinlik gösterebilmelerini yasallaştırmıştır. Dünyanın her yerinde Sendika; toplu sözleşme ve grev anlamına gelir. Toplu muhabbet, kuzu sarması, ağlaşarak sendikacılık olmaz. Karar sürecinde yasal bağlayıcılığı olmayan toplu temsil hakkı, ancak Temel fıkralarında olur. Sendikaların aynı zamanda birer sivil toplum örgütü olduğu doğrudur. Ancak 4688 sayılı yasa Kamu Çalışanı Sendikalarını Kanarya Sevenler Derneği'yle aynı kategoriye koymaktadır.

Bu yasa yapılmadan önce Kamu çalışanları Türkiye'nin de imzaladığı İLO sözleşmesine dayanarak daha rahat hareket edebiliyordu. Bu yasa sonrasında Kamu Çalışanları ile güya temsil hakkı tanınan "sendikalar" aracılığı ile görüşmeler yapılmış, her seferinde, Hükümet temsilcileri ile sendika temsilcileri rantiyecilerin ve sermayenin lehine kamu çalışanlarının aleyhine uzlaşmışlardır. Hangi hükümet dönemi olursa olsun, kamu çalışanları adına sendikalar hükümetlere beyat etmişlerdir. Ülkenin zor günlerden geçtiği edebiyatlarıyla ülkenin bütün ekonomik yükünü dar gelirli Kamu Çalışanlarına yüklemişlerdir.

4688 sayılı yasa; Kamu çalışanlarını İLO şartlarından yasa öncesine göre çok daha uzağa düşürmüştür. Yasanın 19/f(1) fıkrası sendikalara "üyelerin her türlü adli ve idari makam karşısında temsil hakkını" tanıdığı halde ve bu yasa özel yasa olduğu halde, özel yasalar da yasaları ve Anayasayı tahsis edici olduğu halde, İdare Muhakemeleri Usul Kanunu ve Anayasa gerekçe gösterilerek, adı sendika olan sivil toplum örgütlerine üye olan Kamu Çalışanlarını İdare karşısında; İdare mahkemelerinde doğrudan ve topluca temsil edememektedirler.

Her kamu çalışanı idarenin tüm çalışanlara yönelik haksızlıkları karşısında ancak bireysel olarak müracaat edebilmektedir. Davayı kazanırsa bu hak genele teşmil edilememekte, aynı masada çalışan ve bir de sendikaya üye olan diğer kamu çalışanı da bireysel olarak mahkemeye müracaat etmek ve süreci tamamlamak zorundadır. Hal böyle olunca sendikanın anlamı kalmıyor. Bugün Kamu Çalışanı Sendikaları 4688 sayılı Yasanın kendilerine verdiği bu hakkı bile kullanmaktan acizdir. Tüm eylemler göstermeliktir. Adet yerini bulsun kabilindendir. Hiç bir Hükümete Kamu Çalışanları lehine, geri adım attıramamıştır. Derin güçlerle çalışanların aleyhine ittifak edilen ve kokuşmuş statükoyu savunmak için yapılanlar hariç.

Türkiye'nin yeniden inşa edildiği süreçte, Küresel Sermaye Türk Kamu Çalışanlarının sürece emek lehine doğrudan katılmasını istememiştir. Yerli siyasi iradede de hükümetler değişse de aynı tavrı göstermiştir. Türkiye'yi AB'ye amele pazarı alarak sokmak istemektedirler. Her ne kadar ilerleme raporlarında sendikal hakların genişletilmesinden bahis olunsa da, bu yarım ağızdır. AB'de yasal düzenlemeler bittikten sonra sendikal hakların genişletilmesi ve AB standartlarına gelmesini istemektedir. Bir başka ifadeyle ucuz iş gücü. Görünüşe göre Küresel Sermaye de "I Love you ucuz iş gücü" diyerek Türkiye'nin AB sürecini destekleyeceklerdir(!) Hükümetler düşük ücret politikalarıyla, iç talebi kısmayı, üretilen malların ihracatını, döviz girdisi sağlamayı, kamu çalışanlarının tasarruf maksadıyla piyasadan dövizi yastık altına çekmesini önleyip enflasyonu baskı altında tutmayı hedefliyorlar. AK Parti'nin bu açıdan önceki hükümetlerden Özal Hükümetleri hariç öbürlerinden farkı yoktur. Düşük ücret politikalarıyla bir orta sınıfı kalmayan Türkiye AB'ye girecek olursa elli yıl sonra kendi dilini bile unutmuş üçüncü neslin Macarlaşmasını kendi gözlerimizle görürüz. Entegrasyon sırasında kendine ait farklı bir kimliği devam ettirebilecek bir ekonomik kaynağı olmayan yerli değerler yok olur gider. Varlığını İslam olmakla devam ettiren Türk Milleti de atalarından Çin'e göçerek Budist olan Türkler gibi, Balkanlarda Hıristiyanlaşarak yok olan Uzlar, Peçenek'ler, Yahudi olan Hazarlar gibi siyasal varlık olma bilincini kaybedecektir.

Olmaz ya AB'ye girersek elli yıl sonra torunlarımızın sırf dedelerinin Türk olmasından dolayı, bir siyasal varlık olarak Türklük diye bir dertleri ve sosyal tercihleri olabileceklerini zannetmiyorum. Ulusal servetin üç beş ailenin elinde olması, bugün oligarşik devletin işine gelse de bu eşitsizlik devam eder, servet tabana yayılmazsa korkarım ABD Irak'a girdiğinde Irak halkının kılını kıpırdatmaması gibi bir duygu Türk halkı arasında da yaygınlaşacaktır. Bizde daha çok aylık üçyüz dolar karşılığı din değiştiriyorlar. Misyonerlik yapıyorlar. Edebiyatlarıyla uyutuluruz. Demokrasilerin tıkanıklığını ancak sivil itaatsizlik açar. Bu medeni dünyanın açmazlarını aşan sihirli bir formüldür. Totaliter rejimlerin korkulu rüyasıdır. Türkiye'de Kamu Çalışanları sendikalarının Kamu Çalışanlarını gereği gibi temsilinin sivil itaatsizlikten başka gerçek, barışçı ve sonuca götürücü yolu yoktur. Anakarada yirmi-otuzbin kişilik feryatları hükümetler alay ederek, çerez çıtlatarak savuşturuyorlar. Sonra da "polis jop mu kullanmalıydı, göz yaşartıcı gaz mı?" tartışmaları arasında konu bitiriliyor. Seneye aynı günlerde buluşmak üzere herkes evine gidiyor. Bir Mayıslar romantik kültürel etkinlikler olarak kutlanıyor artık. Kamu çalışanları; kendilerini aldatmasın. Her kamu çalışanı cebine en az bir "maaş kesim" cezası koymadan en az bir kez hak ararken yargılanmadan, köle muamelesine tabi olmaktan kurtulamayacaktır.

(1) 4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu /19/f Üyelerin idare ile ilgili doğacak ihtilaflarında, ortak hak ve menfaatlerinin izlenmesinde veya hukukî yardım gerekliliğinin ortaya çıkması durumunda üyelerini veya mirasçılarını, her düzeyde ve derecedeki yönetim ve yargı organları önünde temsil etmek veya ettirmek, dava açmak ve bu nedenle açılan davalarda taraf olmak.

  • HASAN KÖSE / EĞİTİMCİ


  • KAZAKİSTAN'IN GÜZELLEŞEN YÜZÜ
    Kazakistan halkı ve yönetimi kimsenin özel tavsiyesine ihtiyaç duymadan kendi emeklerinin kendi iyiliğinin anahtarına dönüşeceğinin, devletin ise bu durum için gerekli olanaklar sağlamak durumunda olduğunu iyi bilmektedir.

    16 Aralık Ulusal Bayramımız - Bağımsızlık Günüdür. 16 Aralık 1991 senesi Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev'in 'Kazakistan Cumhuriyeti'nin Devlet Bağımsızlığı' Anayasal Kanunu imzalamasyla, Kazak halkının asırlardır sürdüğü tam bağımsızlık hayali gerçekleşmiş oldu. Türkiye, bağımsızlığını ilan eden Kazakistan'ı ilk tanıyan ülkedir. Bağımsızlık kararından 2 saat sonra Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı bir açıklama yaparak Kazakistan'ı tanıdığını duyurmuştur.

    Kazakistan'da neler değişti?

    Tarih için çok kısa, ama genç bir devlet için uzun sayılacak bir zaman diliminde Kazakistan'da demokrasi, toplumsal barış, istikrar ve ekonomik kalkınmaya yönelik esaslı reformlar gerçekleştirildi.

    Kazakistan bağımsızlığın ilk gününde esas iki gaye belirlemişti. Birisi bağımsız ve egemen devleti inşa etmek, diğeri ise yeni ekonomik düzeni oluşturmaktı. Şimdi tarihin hızla geçtiği o günlere bir göz atarsak, Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla totaliter ve baskıcı yönetimin altında yaşayan çeşitli miletler birbiriyle anlaşmazlıklar, hatta çatışmalarla, sınır sorunlarıyla, siyasi istikrarsızlık ve toplumsal huzursuzlıkla uğraşmaktaydı. Kazakistan'ın bir özelliği de geniş topraklarında 120''den fazla farklı uyruk ve etnik grubu ve değişik inanca sahip milletleri barındırmasıdır. Fakat, Kazakistan bazıların tahminlerinin tersine toplumsal ve milletlerarası huzuru, siyasi istikararı, sınır sorunlarını çözmeyi, iyi ve barışçıl komşuluğu sağlayabildi.

    Kuruluşundan bu yana Kazakistan yönetimi Sovyetler'in bıraktığı totaliter zihniyetin yerine demokrasi değerlerinin halk tarafından benimsenmesi için uğraş veriyor. Kazakistan Cumhuriyetinin oluşumundan bu yana geçen 13 sene zarfında serbest seçimlerin, çok partili sistemin, bağımsız yargı organların, 4000'den fazla sivil toplum örgütü serbest faaliyet gösteren ve 2000 civarında bağımsız medyanın çalıştığı bir topluma ulaştı.

    Ülkede siyasi reformlar sürecinde temel demokrasi ve sivil toplum kuruluşları oluşturuldu. Partilerin, sivil kuruluşların ve bağımsız basın organlarının faaliyetleri ülkenin siyasi hayatında gittikçe önemli rol oynamaya başladı. Vatandaşların hak ve özgürlüklerini korumayı ve bağımsız yargı sistemini oluşturmayı hedefleyen hukuk reformları yürütülmektedir. Son zamanlarda ülkede 'ombudsman' kurumları belirlenerek, Cumhurbaşkanlığı bünyesindeki Ulusal Konsey, Basın-Yayın Kuruluşları Toplumsal Konseyi kuruldu. Hükümet himayesinde önümüzdeki dönemler için toplumu demokrasileştirme ve sivil toplumu geliştirmeye yönelik teklifleri hazırlayan Daimi Kurul faaliyet göstermektedir. Bu vesileyle Devlet Başkanı 19 Mart 2004 tarihli "Halka Sesleniş Bülteni"nde vazgeçilmez üç ana unsurun altını çizdi: Toplumsal örgütlerin gelişmesi, ademi merkeziyet ve istikrarlı siyasi parti sistemi. Cumhurbaşkanı girişimleriyle yeni seçim kanunu hazırlandı ve kabul edildi. Bu kanunun hazırlanmasında uluslararası tecrübe birikimi dikkatle incelendi. Yeni kanun alternatifsiz seçimi reddetmektedir. Böyle bir uygulama seçim sürecinde rekabeti artırmakta, dolayısıyla daha demokratik bir ortam oluşturmaktadır. Kanun tamamen Demokrasi Enstitüsü ve İnsan Hakları, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı bürolarıyla ortaklaşa hazırlanmıştır. Demokrasinin kurulması ancak belli hayat standartlara ve yeterî ekonomik özgürlüklere ulaşmış toplumlarda mümkün. Kazak ekonomisinde gerçekleştirilen başarılı reformlar yeni politik ortamları oluşturdu ve hükümetin aktif olarak toplumun demokrasileşmesini mümkün kıldı. 2004 senesindeki bir konuşmasında Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev Kazakistan'ın ülkedeki mevcut olan politik sistemin oluşturulması hayatî ve büyük önem taşıdığını bildirdi. Bunun için kademe kademe ilerleme olmasını vurguladı.

    Bu politik oluşum sürecin uç noktalarından biri Parlamento (Meclis'in) fonksiyonun değişmesine dayanmakta, ki yürürlükte olan Anayasanın buna göre değişimlere ihtiyaç duyulur. Buna göre 2006 yılından sonra Anayasal reformlar gerçekleşecektir. Kazakistan'ın ikinci önemli başarısı bu eski planlı ekonomiden piyasa ekonomisine istikrarlı geçişi sağlamaktı. Kazakistan, 1999 yılından itibaren hızla gelişen ekonomiye ulaşmış bulunuyor. Halen Kazakistan kamu ekonomisi özelleştirme sürecini büyük ölçüde tamamlamış olup, üretimin % 80'i özel sektör tarafından sağlanmaktadır. Son beş yıldır Kazakistan'ın temel ekonomik göstergelerinde istikrarlı çıkış seyredilmektedir. 1999-2004 yılları GSYİH büyümesi yaklaşık her yıl yüzde 10.1 olarak belirlenmektedir. 2004 yılı için uzmanların tespitlerine göre Kazakistan'ın GSYİH 30 milyar ABD doları geçecektir. Hayata geçirilen sağlıklı mali politikası çerçevesinde 2003 yılında Kazakistan'da oldukça etkili bir Bütçe sağlandı, bütçe açığı sadece ülke GSYİH'nın % 0,9 tekabül edildi. Kazakistan'ın Cari açığı 2004 senesinde %1.1 şeklinde tahmin edilmektedir. Bugünlerde hem Avrupa Birliği, hem de Amerika Birleşik Devletleri Kazakistan, Bağımsız Devletleri Topluluğu ülkeleri arasında ilk liberal piyasa ekonomisini sağlayan devlet olarak takdir edilmiştir.

    Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev: "Bizim görevimiz Kazakistan'ı dünya kamuoyuna yatırım için cazip hale getirmek, en önemli alanlara dış yatırımcıları çekmektir" cümlesi ile konuya duyduğu hassasiyeti dile getirmektedir. Uluslararası uzmanların tespitlerine göre, Kazakistan Orta Asya'ya yapılan bütün direkt yatırımların %80'i ekonomisine çekmiş bulunuyor. Dünya Bankası yabancı yatırımlar için dünyanın en cazip 30 ülkenin birinin Kazakistan olduğunu işaret etmektedir.

    Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev'in vurguladığı gibi "Demokrasi ilân edilmez, o ancak sabırlı ve uzun iş sonucu kurulabilir". Tarihin çok kısa bir süre zarfında Kazakistan en hızlı ekonomik ve siyasi reformları gerçekleştirdi. Kendini de değiştirdi, düşünce ve dünyaya bakışı da değişti.

  • AMANZHOL ZHANKULİEV / KAZAKİSTAN ANKARA BÜYÜKELÇİSİ


  • Öğretmen ve eğitim-öğretim
    Eğitim ilâhi ve ince bir sanattır. Bu sanatın inceliklerini bilen ve uygulayan da öğretmendir. "Öğretmen olunmaz, doğulur", "Öğretmenlik Tanrı mesleğidir" sözleri bu gerçekliğin ifadesidir.

    Günümüzde gelişen teknoloji ve artan öğrenci sayısı öğretmenlik mesleğinin önemini bir kat daha arttırmıştır. Değişme ve gelişmelerin başdöndürücü bir hızla yaşandığı, bilginin günlük değiştiği bu süreçte acil eylem planına ihtiyaç vardır. Yerimizde kalabilmek için dahi koşmak zorunda olduğumuzun bilinci içerisinde hareket stratejisi oluşturmazsak ortaya çıkacak sonuçları anlatmak bile istemiyoruz. Bugün öncelikli iş, insanlığın gelişmesi için çalışmaktır. Şekle değil mesleğe, diplomaya değil davranışa, öğretmeye değil öğrenciye, ezbere değil araştırmaya, müfredatı bitirmeye değil kişilik geliştirmeye önem vermek gerektiğini anlamamız, anlatmamız lâzım. Dengeli bir kişiliğe sahip, ruh ve beden yapısı sağlam, güvenilen ve kendisine güvenen , nezaket, zarafet sahibi nesiller yetiştirmemiz lâzım. Millî tecrübelerden yeniden yararlanmayı düşünmezsek, ileri yaştaki olgun eğitimcilerimizin tecrübelerini gençlerimizin görüş ve enerjileriyle birleştirerek stratejiler oluşturmazsak tarihin önünde vebal sahibi oluruz. Tecrübe yaşanmışlık olgusudur. Para ile satın alınmaz ve satılmaz.

    Orta dereceli okullarda öğretmenin notu, idarenin disiplini, ailenin duyguları silah olarak kullandığı ortamların olduğu müşahedelerimizle sabittir. Her türlü şiddeti, yanlışlığı giderici tedbirleri almak yetmez, denetlemek lâzım. Bütün okullarımızın normal öğretime hazırlama, aile ve çevre eğitimine ağırlık verme vazgeçilmezlerimiz arasında yer almalıdır. Önerileri çoğaltma marifet değil, özeleştiri ve empatiyi sempatik hale getirme zamanı geçiyor bile.

    Milli Eğitimin temeli, ilköğretimdir. Bugün ülkemizde 6-14 yaş arası çocuklarımızın tamamına yakını ilköğretim okullarına devam etmektedir. Bu yaş çocuklarının ruhi, zihni ve bedeni gelişmelerinin hassas bir gelişim sürecini kapsaması, ilköğretimin mecburiliği, hayata ve orta öğretme hazırlayıcı niteliği "İlköğretim Öğretmenliği"nin ne denli önemli olduğunu anlatmaya yeterdir. Bu itibarla eğitim fakültelerimizin en az tıp fakültesi seviyesine çıkarılması veya öğretmen akademilerinin kurulması, bu konularda ìalın teri, göz nûruî ile hazırlanmış bütün çalışmaların bir havuzda toplanarak değerlendirilmesi, öğretmenlerimizin itibarının korunması, maddi imkanlarının arttırılması topluma güzel bir gelecek sağlamak olacaktır. Öğretmenleri, kırgın, mahsun ve üzgün olan bir milletin kendisi de üzgün olur. Geleceğin aydınlık ve mutlu yarınlarını ancak, "erdemli toplum, ideal insan"ı hazırlama düşüncesi içerisinde olan gül işçisi öğretmenler kuracaktır.

  • NACİ GÜMÜŞ / EĞİTİMCİ



  • 20 Aralık 2004
    Pazartesi
     


    Künye
    Temsilcilikler
    Abone Formu
    Mesaj Formu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Çocuk
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED