T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 17 MART 2006 CUMA | ||
|
Yolsuzluklar tartışması yeniden Türkiye'yi kuşattı. Arka arkaya gelen gensorular, hükümete, bürokrasiye yönelik çeşitli iddialar ortalıkta dolaşıyor, Şu bir gerçek: Yolsuzluk, Türkiye'de, merkeziyetçi yapının güçlü olduğu, insanların siyasetten kendi özel alanlarını genişletmeyi anladıkları bu diyarda ciddi bir sorundur. Ancak şu da bir gerçek: Türkiye'de siyaset genellikle yolsuzluk iddiaları üzerinden yapılır, zira siyaset üretme değil, yıpratma fikri üzerine oturur. Dahası siyaset kurumunun altı sıkça bu iddia ve politikalarla oyulur. Nitekim Çarşamba gecesi katıldığımız bir televizyon programında bir öğretim üyesi "Türkiye'de askerin rolünü ve siyaset üzerindeki ağırlığını yolsuzluklarla açıklıyor, siyasetçinin yolsuzluk içinde olmasının askeri hakemliğe ve müdahaleye davet ettiğini" söylüyordu. Siyasetin yıpranmasının, askerin siyasetteki rolünün "açıklaması olmaktan çok doğrulaması olan bu görüş" ne yazık ki ülkede pek yaygın... Bu durum, yukarıda altını çizdiğimiz bu ikili hal, siyasi sorumluların hemen her zaman acil tedbirler almasını gerektirmiştir. Ama nedense hem ilkesel hem faydalı bu tedbirler pek alınmaz... Örneğin üçüncü gensorudan da siyasi destekle "aklanarak" çıkan Maliye Bakanı Unakıtan'ı hala bakan olarak korumak ilke ve fayda mantığıyla Başbakan Tayyip Erdoğan açısından anlaşılabilir bir durum değil. Bakanı korumak başbakanın sandığının aksine hem siyasi ilkelere hem AK Parti'ye zarar vermektedir. Başbakan'ın bu siyasi tutumu olsa olsa, çok siyasetçinin hem başını döndürmüş, hem zora sokmuş bir "iktidar hastalığı"yla izah edilebilir... Bu hastalığı ciddiye almak, üzerine gitmek gerekir... Nitekim bu açıdan, liderin talimatı üzerine çalışan "siyasi aklama makinesi"yle, ülkede bürokrasinin giriştiği her tür suiistimal ve gayr-i meşru eylemi örten "devlet sırrı" kavramına dayanan "resmi aklama makinesi" arasında paralellik bulunuyor. Mekanizmalar alabildiğine çalışıyor. Her bir mekanizma kendi bütünlüğünü korumak için kendi içindeki sorunları örtmeye soyunuyor. Hükümet bir bakanın, ordu bir askerin arkasında duruyor. Sonuç, her bir kurumun kendi eliyle yıpranması oluyor. Ancak asıl itibar kaybına siyaset uğruyor. Zira siyaset şaibe kaldırmaz... Üç-beş yıl önce Fransa'da eski bir başbakan, maliye bakanı olduğu sırada sanayici olan çocukluk arkadaşından borç aldığı için yer yerinden oynamıştı. Üstelik bu borç meselesi bakanın dürüstlüğü yüzünden ortaya çıkmıştı. Bakan, arkadaşı sanayici aniden ölünce, ailesine gitmiş, onlara borçlu olduğunu söylemiş ve masumane ama etik açıdan kabul edilemez bakan-iş adamı ilişkisi böylece gözler önüne serilmişti. Fransa o bakanı öylesine yerden yere vurdu ki, sonunda intihara bile sürükledi... Evet, siyaset ciddi iştir... Kamu kaynaklarıyla temas sorumluluk isteyen iştir... Bunun ahlaki gereklerini yerine getiremeyen, isterse ülkenin gelmiş geçmiş en iyi bakanı olsun, yerinde duramaz, durmamalıdır... Açıkçası önceki gün TBMM'de gensoru oylaması Türk siyaseti açısından yeni bir talihsizlik olmuştur. İktidar partisi milletvekillerinin kulislerde acımazsızca eleştirdikleri şaibeli bir bakanı kürsüde topyekun savunmaları bile tek başına siyasetin itibarını zedelemeye yetmiştir. Zira "siyaset sadece güç demek değildir, aynı zamanda ahlak, vicdan, özgür irade demektir"... Öylesine ki her aşırı güç gösterisi siyasetin itibarına halel getirir...
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |