T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 17 MART 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Sami HOCAOĞLU

Farkı fark etmek

Önce yazdığı "İstiklâl" adlı şiirini "Milli Marş", kendisini de "Milli Şair" ilan edeceksin, sonra yok sayacak, nisyana mahkum edeceksin.

Bununla da yetinmeyecek, bir dişçi generalin ağzından, bütün bir kamuoyunun önünde milli şairine küfrettirerek nabız yoklayacaksın. Tepkilere rağmen ağzını bıçak açmayacak. Bir yandan İstiklal Marşı okunurken ayağa kalkmamayı "darbe" nedeni sayacaksın (12 Eylül 1980 darbesi), beri yandan aynı marşın şairine sövülmesine ses çıkarmayacak, hatta zımnen ödüllendireceksin.

Bu sadece Mehmed Akif'in azîz hatırasına ihanet değil, aynı zamanda "İstiklâl Savaşı'nın" ruhuna ihanetti. Bunu da, sineye çekmemizi bekleyeceksin.

Sorulacak soru şu: Değişen neydi?

Şüphesiz Mehmed Akif değişmemişti. O, "Çanakkale şehitlerine" hangi duygularla seslenmişse, "İstiklal Harbi" şehitlerine de aynı duygularla seslemişti. O, Osmanlı döneminde neye karşı mücadele vermişse, Cumhuriyet döneminde de aynı şeye karşı mücadele verdi.

O, Cihan Savaşı yıllarında Teşkilat-ı Mahsusa heyetinin içinde Berlin ve Necid çöllerine hangi saikle gitmişse, Kuvva-yı Milliye'ye katılarak şehir şehir, kasaba kasaba dolaştığı Anadolu'ya da aynı saikle geldi.

O Balkan Savaşı sırasında Beyazıt, Fatih ve Süleymaniye camilerinin kürsüsüne hangi hakikatleri anlatmak için çıkmışsa, Milli Mücadele sırasında Balıkesir Zağanos Paşa, Kastamonu Nasrullah, Ankara Hacıbayram camilerinin kürsüsüne de aynı hakikatleri anlatmak için çıktı.

Hiç şüphe yok ki, değişen Akif değildi. O ideallerine hep sadık kaldı. Değerlerine asla ihanet etmedi. İhanet ettiğini düşündüklerini de asla affetmedi. Çok sevdiği, uğruna acılara katlandığı, İstiklalinin marşını yazdığı vatanından, değerlerine sadakat adına cüda kaldı.

Peki, o zaman değişen neydi?

Elbette değişen, onu önce "Milli Şair", sonra "hain" ilan edenlerdi.

Onu "Milli Şair" ilan eden Meclis, hakimiyetin sözde değil özde millete ait olduğu o müstesna yılların Meclis'iydi. O Meclis, savaş yıllarında orduya kumanda eden Millet'in Meclis'iydi. Gazi de Meclis idi, şahid ve şehid de Meclis idi. Meclis, millet adına hareket ettiği için savaştan alnının akıyla çıktı. Bir millet, böylesine bir ölüm-kalım gününde, ancak değerlerine yaslanarak ayakta kalabilirdi.

Millet Meclisi milletin değerlerine atıfla kuruldu. Her fırsatta o değerleri tebcil etti. Değerleri (İslâmî değerler) koruyacağına dair, yine o değerlerin yüce kaynağı adına (Allah) yemin etti. Meşruiyetini o değerlerden aldı ve bunu her fırsatta beyan etti.

Bunun en canlı şahidi İstiklâl Marşı'dır. Değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeler arasında Anayasa tarafından korunan bu marşta yer alan "Hakkıdır Hakk'a tapan milletimin istiklâl" mısrâı, tâ 1937 yılında Anayasa'ya giren Laiklik maddesine rağmen yerli yerinde durmaktadır. Anlamı açıktır: "Bağımsızlık Allah'a tapan milletimindir". Anayasa'sında yer alan "Devletin dîni, dîn-i İslam'dır" maddesini kaldırmış olsa da, bu milletin "Hakk'a taptığı" yani "Allah'a kul olduğu", dolayısıyla "kullara kul olamayacağı" hakikati, Anayasa'nın koruması altındaki bir metinde kapı gibi duruyor.

Sahi, hiç merak ettiniz mi İstiklal Marşı'nın sembolik dilinin açılımını?

İstiklal Marşı'nın içinde geçen tüm semboller, bire bir İslam'ın sembolleridir.

Hilal, zaten "Allah" ismini temsil eden bir semboldür. Hilalin yıldızı Allah Rasulü'nü temsil eden bir semboldür. "İman dolu göğsüm gibi serhaddim var" mısraı, bu toprağı koruyan hudutların güvencesinin "îmansız" değil, "îman dolu göğüsler" olduğunu ifade eder. "Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın" mısraında îmâ ettiği "vaad" bir Kur'an ayetidir: "Zafer Allah'tandır ve fetih yakındır". Şehid, pür İslami bir kavramdır ve anlamı "canını imanına şahit kılan hak eri"dir.

İstiklâl Marşı'nın kalbi sekizinci kıtasıdır:

Ruhumun senden ilâhî şudur ancak emeli
Değmesin mabedimin göğsüne na-mahrem eli
Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.

Ve bu kıta, bu marşa "Müslüman" damgasını vurur. Marşında böyle bir kıtanın yer almasına rağmen, bir asker kişi kalkıp "Türkiye bir İslam ülkesi değildir" derse, o ya her fırsatta selam durduğu marşı bilmiyor, veya bu ülkeyi ortasından yırtıyor demektir.

Fark işte budur. İstiklal Marşı, İstiklal'i uğruna ölen milletin marşıdır. Peki, ölenlerin yerini kimler almıştır dersiniz?

Elbette, "bırak onlar ölsün, kurtulan biz olalım" mantığıyla kuytulara tüneyenler.

İstiklal Marşı ile 10. Yıl Marşı arasındaki fark, işte böyle bir şeydir.

Bu ülkeyi "iki Türkiye" yapan derin çatlağın sebebi, işte budur. kif, işte bu farkı gördüğü için kahrından ölmüştür. kif'i yok sayanlar, ölenlerin yerine kurulup kurtulanlardır. Akif'e sahip çıkanlarsa, ölenlerin değerlerini yaşatmak için yaşayanlardır.

Kur'an şairi Akif, bu toprağın haykıran imanıdır. O, susturulamayacaktır.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi