T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 17 MART 2006 CUMA | ||
|
Devletin kurumları belli hassasiyetleri gözetmeli. Eğer maksat ülkeyi ve milleti kalkındırmak, müreffeh ve çağdaş bir yaşam ortamı hazırlamak, güçlü ve onurlu bir devlet haline gelmek ise belli kurumlar değil, tüm kurumlar belirli hassasiyetlere sahip olmalı. Pekiyi nedir bu hassasiyetler: 1. Devletin temel nitelikleri. "ülkenin bölünmez bütünlüğü" ve "sistemin laik karakteri" gibi özellikler yanında demokrasi, hukuk devleti, temel hak ve özgürlükler gibi çağdaş normlar... 2. Milletin değer yargıları, yerleşik kültürel değerler ve bizi biz yapan milli özellikler... 3. Sosyo-ekonomik şartlar, mali dengeler ve serbest piyasa düzeninin işlerliği... 4. Huzur, güven ve istikrar ortamının sürdürülebilirliği... 5. Uluslararası sözleşmelerin, ilişkilerin ve konjonktürün gerekleri... 6. Toplum ve siyaset düzleminde sözkonusu olabilen temel gerilim alanlarına dikkat etmek... 7. Asayiş ve güvenlik alanlarında zafiyet oluşturmamak... Bu maddeler çoğaltılabilir. Ancak ana fikir şudur: İdari ve siyasi sistemin işleyişini bozacak, anayasal ve yasal düzeni sulandıracak tavır, tutum ve eylemlerden kaçınmak... İki kavrama dikkat etmek gerekiyor: Keyfilik ve kriz... Tüm kurumlar yasal çerçeve içinde hareket edip keyfilikten kaçınmalı, sistemin iflası anlamına gelen krizlere kapı açmamalı... Bir ülkede keyfiliğin yaygınlaşması "hukuk devleti" anlayışını, krizlerin yaygınlaşması "demokrasi"yi sabote eder. Eğer bir ülkede keyfilik ve krizler bir sorun veya sorun çözme yöntemi haline gelmişse o ülkede hukuk devleti de, demokrasi de oturmamış demektir. Eğer Türkiye çağdaş bir demokrasiye ve hukuk devleti anlayışına ulaşmak istiyorsa olması gereken, her kurumun öncelikle keyfilik ve krizden uzak durmasıdır. Devlet kurumlarının ilgi ve yetki alanları farklıdır, ama hiçbirisi "ben sadece belli hassasiyetleri gözetirim, ülkenin genel gidişatı, güven ve istikrarı, mali dengeler benim için önemli değildir" diyemez. Geçmişte bunların söylendiğini biliyoruz. Ekonomik krizlerin, sosyal gerilimlerin hesabını veren olmamıştır. Herkesin yaptığı yanına kâr kalmıştır. Ama hiç değilse bundan sonra bu hassasiyetler gözetilmelidir; eğer bu ülkeyi seviyor, bu milletin yararını düşünüyorsak... "Hikmet-i hükümet" ve "devletin bekası" kavramlarının gölgesinde bir kısım muğlaklıklara sığınarak bu milletin çağdaşlık ve kalkınma yürüyüşüne sekte vurmak inandırıcılığını kaybetmiştir. Devletin bekası, idari ve siyasi sistemin işleyişini sağlıklı bir yapıya kavuşturarak, devlet-millet kaynaşmasını sağlamaktan geçer. Bir tarafı düzelteyim derken, diğer tarafı çökertmek devlet sorumluluğuyla bağdaşmaz. Suni krizlerle bir gecede Türk Lirası'nı değersizleştirmek, borsayı düşürmek, uluslararası saygınlığa gölge düşürmek devlet ciddiyetiyle telif edilemez. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'ün geçen gün yaptığı bir konuşma bu açıdan çok önemlidir: "Biz konuştuğumuzda, kendimizi savunmak zorunda kaldığımızda herkes bundan zarar görür. Borsa bile bundan zarar görüyor". Bir komutanın ülkedeki genel istikrarı ve dengeleri gözetmesi bahsettiğimiz devlet ciddiyetinin en somut göstergesidir. Bugüne kadar beyanatıyla dengeleri altüst edenlere belki fatura çıkarılmamıştır, ama hiç değilse beyanatıyla dengeleri gözetenlere ne kadar doğru bir iş yaptığı söylenmelidir.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |