T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 17 MART 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Yusuf KAPLAN

Batı'nın "çöküş"ü, İslâm'ın yükselişi (2)

Son beş asırda da, iki bin yıllık zaman diliminde de, insanlık tarihinin şekillenmesinde kilit rol oynayan iki aktör, İslâm ile Batı'dır. İnsanlık tarihinde 7. yüzyıllar ile 18. yüzyıllar, İslâm'ın dünya tarihinde birinci derecede belirleyici aktör olarak aktif olduğu uzunca bir zaman dilimidir.

Batı uygarlığı, Hz. İsa'dan 15. yüzyıla kadar, zaten toparlanamamıştı; İslâm medeniyetinin geliştirdiği ve Batı'daki 9., 12. ve 15. yüzyıllardaki Rönesans hareketlerini tetikleyen meydan okumadan sonra toparlanıp kendisine gelebilmiş ve Batı uygarlığı, İslâm medeniyetinin bu uzun süren meydan okumasına karşı ürettiği cevapla tarihin yapılmasında kilit rol oynayan tek aktör konumuna geçmiştir. Ancak Batılıların dünya üzerinde kurdukları hakimiyet sadece 2-3 asır sürebilmiştir; son 1,5 asır, Batı uygarlığının da büyük bir kriz yaşadığı; Batılı toplumların seküler saldırı dolayısıyla temellerinin içerden sarsıldığı bir inişe geçiş sürecidir.

Amerika'nın dünyanın her yerini işgal ediyor; istediği ülkeyi ve bölgeyi karıştırıyor olması, gücünün değil, güçsüzlüğünün, zaafının bir göstergesidir. Batı uygarlığı, dünyaya barış, adalet, eşitlikler ve özgürlükler armağan etmiyor; aksine, kaos ve felaket armağan ediyor. Bu, güçlü bir uygarlığın değil, aksine gücünü, dengesini ve özgüvenini yitiren; onun için de vahşî bir şekilde oraya buraya saldıran, dolayısıyla çökmekte olan bir uygarlığın geliştirebileceği davranış biçimi ve psikolojisidir. Şunu unutmamak gerekiyor: Barış, adalet ve özgürlükler vaat edemeyen hiçbir güç, uzunca bir süre payidar olamaz; çünkü bu güç yalnızca kaba bir güçtür ve kabalığı kendisini de içten içe vuracak, içerden çatırdamasına neden olacaktır. Tıpkı Roma gibi, tıpkı Avrupa gibi gücünün zirvesindeyken hem de beklenmedik bir şekilde çökecektir. Burada, İslâm'ın yükselişe geçiş sürecini Batı uygarlığının çöküşe geçiş sürecine girmesine bağlıyor değilim. Böyle bir yükseliş, yükseliş olamaz zaten.

Batı uygarlığının çöküşüyle İslâm'ın bir medeniyet sıçraması gerçekleştirme sürecine girmesi arasında birbirini besleyen ve tetikleyen kısmî olsa bir ilişki tabiî ki var. Şöyle bir ilişki bu: Batı uygarlığının seküler saldırganlığı, başka kültürlerin ve medeniyetlerin kendileri olarak, kendi dinamikleriyle varlıklarını, dinamizmlerini sürdürebilme imkânlarını, enstrümanlarını ve yollarını etkisiz hâle getiriyor, yok ediyor: Batı uygarlığı, kendisi dışındaki bütün diğer kültürlerin ve medeniyetlerin önüne büyük bariyerler koyuyor. İnsanın hem iç, hem de dış dünyasını aynı anda ihata edemeyen ve anlamlandıramayan, dolayısıyla Batı uygarlığının seküler saldırısına direnme biçimleri geliştiremeyen kültürler ve medeniyetler Batı uygarlığı karşısında varlık gösteremiyor, tutunamıyor, hatta ayakta bile duramıyorlar.

Ama İslâm, hem kaynaklarını bütün otantikliğiyle, sahiciliğiyle koruyabilen, hem de bu kaynaklarının insanın iç ve dış dünyasını, fizik ve metafizik dünyaları aynı anda kucaklayan, mezceden geniş bir varoluş ve kapsama alanına sahip olduğu için, bir yandan Batı uygarlığının seküler saldırısını püskürtebilecek imkânlar sunabiliyor; öte taraftan da, insanı önce bu dünyaya hapseden, sonra iç dünyasına kapatan, kendisine ve dünyaya yabancılaştıran, kayıtsız kılan, dolayısıyla iradesi türlü ayartıcı vasıtalarla elinden alınan insana, hem iradesine sahip çıkmasını mümkün kılacak kadar teyakkuz hâlinde olma imkânı sunuyor; hem de Batı uygarlığının güce ve çatışmaya dayalı ilkelerinin yerine, hakikate, hakkaniyete ve adalete dayalı, insan, kâinât, tabiat ve Yaratıcı arasında koparılan irtibatları yeniden tesis ve temin edecek geniş bir varoluş alanı açıyor insanın önüne. İslâm'ın seküler Batı kültürünün aksine dışlayıcı değil kucaklayıcı, ötekileştirerek mahkûm edici değil kendileştirerek varedici olması, herkese kendi olarak varolma, varoluş hakikatini keşfetme ve geliştirme imkanı sunması, bir taraftan İslâm'ın direnme, varolma, silkinme ve diriliş imkânlarını daha bir belirgin kılıyor; öbür taraftan da sınırlı, sınırlayıcı, çatışmacı ve tahripkâr seküler Batı kültürünün zaaflarını belirginleştiriyor.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi