T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 5 MAYIS 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Bugünkü Yeni Şafak
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


Başörtüsüne gayr-ı mümeyyiz bir saldırı

Demirel'in böyle bir çıkış yapmasının nedeni, 'Aile Fotoğrafı'nda yer alan unsurlara onun iktidarında tanınan imtiyazların tanınmaması ve 'Türkiye Ombudsmanı' olma hedeflerinin de suya düşmesi olsa gerektir.

  • HÜSNÜ TUNA(*)
    Türkiye'nin garip çelişkileri barındıran bir ülke olduğu bilinmektedir. Bunu, söylemek bile gerekmiyor. Ama bir çelişki var ki, aslâ anlaşılabilmesi, kabullenilebilmesi, hiç de kolay değil.

    ÜRKÜTÜCÜ ÇELİŞKİLER VE ÇEKİŞMELER

    Bu çelişki, toplumla topluma vaziyet eden elitler arasında yaşanan, bu ülkenin kaderini ve geleceğini etkileyen, yakıcı ve yıkıcı bir çelişkidir. Bu çelişki, kaçınılmaz olarak toplumda anormal gerilimlerin ve çekişmelerin patlak vermesine yol açıyor. Bugünlerde bu çelişkinin, yine tam bir açmaza, anormal bir çekişmeye, hatta tam bir skandala dönüştüğü, ürkütücü örneklerine daha sıkça tanık olmaya başladık yeniden. Bozuk plak yeniden döndürülmeye başlandı, anlayacağınız.

    Yakın tarihten gelen "yenilmişliği" hazmedemeyen jakoben, antidemokratik, halka tepeden bakan ve "bu ülkede komünist partisi kurulacaksa, onu da biz kurarız" şeklindeki artık klişeleşmiş ve sembol hâline gelen sözde müşahhaslaşan sadece "biz biliriz"ci anlayış, 1950 sürecinde meydana gelen, toplumun, dünya tarihinin akışını değiştiren, tarih yapmış köklü değerleriyle, tecrübesiyle, dinamikleriyle uyumlu gelişmelerin hazımsızlığı sonucu, 1960 darbesini tezgahlamıştır. Darbecilerin halka karşı beslediği olumsuzlayıcı, yok sayıcı, dışlayıcı tavır ve adımlar, Başbakan Menderes ve iki bakanın canına mal olmuştur.

    Darbe olarak tezgahlanmış ise de muhtıra olarak gerçekleştirilebilmiş 1971 girişimi ve binlerce gencin ölümü pahasına planlanan 1980 darbesi de, akabinde halka ve yerli kuruluşlara karşı baskıcı uygulamaların geliştirildiği planlara zemin hazırlamıştır.

    Başörtüsü problemine işaret eden kimi yasakçılar "1980 öncesi başörtüsü sorunu mu vardı?" diye sorarken 1980 öncesi üniversitelerde başörtüsünün (fiilî olarak) yasak olmadığına bakmaksızın sorunun 1980 sonrasında geliştiğine işaret edip başörtüsünün siyasal bir araç olarak kullanıldığını ima etmeye çalışıyorlar.

    BAŞÖRTÜSÜ VE 'SİVİL' KURUMLARIN 'DARBELERİ'

    Ne var ki, Türkiye'deki pek çok çevre, 1980 darbesinin aktörlerinin, sivil kurumları kullanarak etkili ve sürekli kılma planlarının, başörtüsü probleminin kaynağını oluşturduğunu görmezden geliyor.

    Dolayısıyla, "başörtüsü sorunu" da, başörtüsünü sorun haline getiren Anayasa Mahkemesi ve Danıştay da 1980 darbesinin ülkeye hediye (!) ettiği ancak yasallığı yasal sorun teşkil eden darbeci-mantığın ürünü olan kurumlardır.

    O yüzden, başörtüsü, bizatihî siyasallaşmaya dayalı bir problem olmayıp, halkı siyaseten devre dışı bırakmak ve halkın değerlerini yoksaymak, hatta belki de yok etmek isteyenlerin sarıldığı sihirli bir can simididir.

    Herhangi bir kuruluşun kutlama günlerinde irat edilen nutuklardan tutun, yasadışı işler planlayan ve icra eden, bir taraftan da devletin "âlî menfaatini koruduğunu" sanan çevrelerin ellerinde bulunan "kişiye ve hizmete özel" fişlemelerde bile "başörtüsü" bir problem olarak yansıtılır. Böyle bir hâlde Anayasal kurumlarca "yasadışı öbeklerin niceliği ve nasıllığı" tartışılmaz, ancak başörtüye dayalı fişlemeler "makul" karşılanır ve elzemliği dile getirilir.

    DEMİREL'İN DEMİR ELİ, NE İŞE YARAR?

    Bir Tv programında "siyasetin duayenlerinden"(!) kabul edilen sabık Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e sorulan "başörtüsü" problemine ilişkin soruya verdiği cevapta, problemin, makul ve evrensel hukuk ve özgürlük anlayışına uygun bir uygulama olup olmadığını tartışmak yerine 1980 darbe anlayışını sürdürme misyonu yüklenmiş olan kurumlara atfen "yasağın varlığını" savunması, daha da ötesi yeğen Demirel'in zanlı olarak suçlandığı bankanın zararlarını karşılamak için vergi veren ve her nevi vatandaşlık yükümlülüklerini yerine getiren "başörtülülere" eğitim almak için "Suudi Arabistan'a gitmelerini" söylemesi, bir çok insan için şaşırtıcı gelmiştir.

    Yarım asırlık siyasî ömründe dindar insanların oyunu almak için "takiyye" yaparak halkı "uyutan" Demirel'in yüzünün kızarması ve halktan özür dilemesi gerekirken, sözlerinin arkasında durduğunu beyan etmesi ve "öğrencilerin yurt dışında okumasının ayıplanacak bir şey olmadığı" şeklinde mugalata yapması da tipik bir "Demirel klasiği" olarak yorumlanmıştır.

    GAYR-I MÜMEYYİZ BİR ÇOCUK GİBİ

    Esasen Süleyman Demirel'in "başörtülülere" yönelik "Arabistan" tavsiyeli konuşmalarının ciddiye alınır bir tarafı elbette ki olamaz.

    Bulunduğu yaş itibariyle akli durumu, yarım asırlık bir siyasi hırstan sıyrılamaması, buna karşılık siyaset yapamaması Demirel'i, "bebeği elinden alınmış bir çocuk" mesabesine indirmiştir. Bulunduğu hal itibariyle Demirel'i, "gayr-ı mümeyyiz" bir çocuğa benzetmek yanlış olmaz sanırım. Sözlerine itibar edilemez.Ancak bundan çıkarılması gereken ders, ahir ömründe kadir-kıymet bilmez,iki yüzlü siyasetçilerce halkın, uzun süre nasıl kandırabildiğidir.

    DEMİREL'İN DERDİ NE?

    Aslında, 28 Şubat sürecinin sivil ayağının önemli aktörlerinden biri olan Demirel'den başka bir tavır beklemek de mümkün değildi/r. Bu tavrın "hırçın" bir şekilde tezahür ettirilmesinin nedeni ise "Demirel'in Aile Fotoğrafı" karesinin içinde yer alan unsurlara "Demirel iktidarında tanınan" imtiyazların tanınmaması ve önümüzdeki günlerde oluşacak "Türkiye hakemliği", diğer bir tanımla "Türkiye Ombudsmanı" olma hedeflerinin de suya düşmesi olsa gerektir.

    Demirel'in amacı ne olursa olsun, Demirel'in başörtülü kızlara eğitim için "Arabistan" yönlendirmesi yapması, dikkate alınacak, sağlıklı bir zihin yapısına sahip bir kişinin dile getireceği bir düşünce değildir. Asıl bu tavsiyenin, fotoğraf karesinde yer alan banka boşaltıcılarının "Keyman adalarına" gitmeleri yönünde yapılması daha mı tutarlı olurdu acaba? Bir çok banka hortumcusu öyle yapmadı mı?

    Ancak unutulmaması gereken bir hakikat var: Yasak koyucuların sonsuza dek bulundukları makamda kalacağını kim söyleyebilir? 1989 Anayasa Mahkemesi kararının mimarı (!) Yekta Güngör Özden tarihin derinliklerine gömülüp gitmedi mi?

    Gerçek şu ki, Demirel'in de üstü örtülü hedef aldığı ve hedef gösterdiği "başörtüsü", insanlık var oldukça varlığını koruyacak bir değerdir. Onunla çok uğraşan olmuşsa da ömürleri vefa etmemiştir. Demirel ve benzerlerinin de etmeyecektir...

    * Avukat-Hukukçular Derneği Başkanı

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi