T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 5 MAYIS 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Bugünkü Yeni Şafak
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Koray DÜZGÖREN

Acılı bir anne ve savaş isteyen gazeteciler

Ülkemizde şiddet olayları tırmanıp, bu olaylara karşı sadece güvenlikle ilgili tedbirler alındıkça ve Güneydoğu'ya askeri yığınak yapıldıkça, savaştan, çatışmadan söz eden PKK meselesinin ancak kanla çözülmesi gerektiğini savunan yazıların sayısında da bir artış oluyor.

Militarizmi savunan ya da militarizmi savunarak bundan prim sağlayan gazetecilerin sayısı oldukça fazla.

Bunlardan ikisinin ( İkisinin de Hürriyet yazarı olduğunu söylemeliyim) Nisan ayı içinde çıkan savaş ve kan arzulayan yazıları ( Biri 13 Nisan'da diğeri 23 Nisan'da yayınlandı)

Oldukça çarpıcı geldi bana.

"Bir gazeteci, bir insan, nasıl olur da savaşı, çatışmayı ve kan dökülmesini bu kadar arzu edebilir?" diye düşündüm. 13 Nisan'da yayınlanan yazının başlığı, 'Göğüs göğüse savaş' başlığı taşıyordu. Bu başlık gerçi NATO'nun Afganistan'da girişeceği operasyon için kullanılmıştı ama, yazının son bölümüne bakıldığında asıl amacın, 'Türkiye'de Kürtlerle göğüs göğüse bir savaşın kaçınılmaz olduğunu' anlatmak için kullanıldığı anlaşılıyordu.

Zaten yazar da bunu açıkça ifade ediyordu yazısının son bölümünde.

"Ama yazımın asıl konusu Afganistan değil, Türkiye'dir" diyordu. Ve devam ediyordu:

"Çünkü Ankara'dan ve Güneydoğu'dan gelen bütün işaretler şunu gösteriyor:

Türkiye, PKK terörüne karşı topyekûn bir mücadeleye hazırlanıyor. Bu noktaya gelmemizde devletin de hataları oldu. Ama asıl sorumlu, PKK adlı katiller çetesidir.

Onun Güneydoğu'da insanlar üzerine kurduğu faşist baskı, terör yöntemleri ve şımarıklığı, ne yazık ki meydanı yine silahlara teslim ediyor.

Ben, bugüne kadar hep sorunun bu ülkeye yakışır şekilde barış içinde halledilmesini savundum. Ne yazık ki "vuralım, kıralım" taraftarları kazandı.

Artık hepimize düşen, Türkiye Cumhuriyeti'nin bu savaşı yine kazanmasıdır.

Madem toplum olarak bu yolu tercih ettik, onun sonuçlarına da ağlamadan, sızlanmadan, ağıt yakmadan katlanacağız."

Bir 'katiller çetesi' ile girişilecek bir çatışma nasıl bir çatışmadır ki, millet olarak topyekün katlanacağımız bazı sonuçlardan söz edilmektedir.

Böyle bir durum, ancak topyekün bir savaş nedeniyle söz konusu olabilir ve bu durumda bir gazetecinin görevi bu tür bir ihtimale karşı bütün gücüyle karşı çıkmak ve barışı savunmak olmalıdır.

Bir diğer yazı ise ( 23 Nisan'da yayınlanan) Kürt meselesinde savaştan başke çarenin olmadığını, bir uzman edasıyla ve soğukkanlı bir biçimde ifade etmektedir.

Nitekim yazının başlığı da sudur:

'Başka çare yok temas muhakkak' Yazının ilk paragrafından sonra ise bu başlık açıklanmaktadır:

'Yani savaş kaçınılmaz'

Yazı bölgedeki askeri yığınağın gerekçeleri üzerinde durarak şu görüşleri çok soğukkanlı bir şekilde dile getiriyor:

"TSK'nın bölgedeki askeri yığınağı önce can kaybını arttırabilir, ama sonuç itibariyle kalıcı huzur ve sükun ortamına hizmet edecektir, korkmayın"

Bir çatışma müjdesi verdikten sonra bu çatışmanın ortasında kalacak insnlara verilen tavsiyeye baker mısınız?

Adeta, "fazla acımıyacak" diyen bir pansumancının edasıyla...

Bunların bir bölümü ise, çatışmalarda ölen güvenlik kuvvetleri mensuplarının cenaze törenlerindeki dramatik ve acılı ortamları kullanmayı seviyor. Çatışmalarda hayatını kaybeden genç insanların acılı yakınlarının cenaze törenlerindeki tepkisel yaklaşımlarından, içleri yanan ailelerin yürek parçalayıcı feryatlarından, kendi militarist yaklaşımlarını pekiştirecek paylar çıkarmayı çok seviyor.

İşte böyle bir törenle ilgili bir haber okudum geçenlerde. Bir kenera ayırdım. Oldukça ilginç bir haberdi ve oğlu çatışmada ölen yüreği yanmış bir annenin çarpıcı sözleri dikkat çekiciydi.

Tunceli'de jandarma karakoluna düzenlenen PKK saldırısında ölen jandarma er Şahin Abanoz'un cenaze töreninde erin annesi Yüksel Abanoz şunları söylemiş:

"Zengin fakir ayrımı var. Bir tane milletvekili çocuğu var mı? Bir tane başkan çocuğu var mı? Hep fakir çocuğu, garip çocuğunu yığdılar. Allah kimsenin buırnunu kanatmasın"

Bizimkiler savaş ve kan kışkırtıcılığı yapıp, "Fazla acımıyacak" diyor.

Genç yaşta hayata veda eden jandarma er Abanoz'un annesi ise, "Allah kimsenin burnunu kanatmasın" diyor.

Militarizm ve savaş savunucuları, propaganda amaçlı cenaze törenlerinde içleri yanan acılı ailelerin gerçek hislerini ve düşüncelerini anlamaya çalışmalıdır.

Onların sandığının aksine insanlarımız, savaş ve kan dökülmesini istemiyor.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi