T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 5 MAYIS 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Bugünkü Yeni Şafak
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Taha KIVANÇ

Yabancı ve mutasavvıf

Bazen hiç kimsenin önem vermediği sizin için dünyalar kadar değerli olabiliyor. Geçen gün okuduğum bir AA haberi, gazetelerde karşıma çıkmadığına göre önemsiz bulunmuş olmalı; oysa habere konu olan grupla hayatımın en ilginç olaylarından birini yaşamıştım...

30 yıl kadar önce... Londra'dayım... Görevi gereği İngiltere başkentinde bulunan bir dost, "Yarın Oxford dışında bir şatoda yapılacak bir etkinliğe dâvetliyim, ama işler yoğun olduğu için gidemeyeceğim" dedi. Ardından gelen teklifi sanırım anladınız: "Yerime sen gider misin?"

Dostumun 'etkinlik'le ilgili bildiği, tasavvufa meraklı bir grup İngilizin düzenlediği 'İbni Arabi Gecesi' olmasıydı. Kafamda birden fazla soru işaretinin hareketlendiğini tahmin edersiniz: İngiliz? Tasavvuf? İbni Arabi? Bunları dostuma söylemek yerine kendime sakladım ve ona sadece "Arkadaşlarımı da götürebilir miyim?" sorusunu yönelttim.

Dostlarım sağolsun. O günlerde bir dostumun İngiltere'den Türkiye'ye dönerken bana bıraktığı Ford/Taunus'u kullanıyordum. Son gecesini Piccadily Circus'taki bir lokantada kutlayıp çıktığımızda otomobilini camı kırılmış ve valizlerden kıymetli eşyalar çalınmış olarak bulmuştuk. Canı sıkılan dostum "Al, kullan" diye bana bırakmıştı Ford'u. Kırılan camı taktırmak ve bakımını yaptırmak için bir Türk usta gerekmişti; İngiliz tamirciler Ford'u tanıyor, ama Taunus'u bilmiyorlardı çünkü. Biri, "On metrelik bir sopayla bile yanına yanaşmam" demişti otomobili görünce...

Erzurum Atatürk Üniversitesi'nden bir öğretim üyesi ve sonraları Kayseri Belediye Başkanı olarak tanınanacak Şükrü Karatepe'yle yola koyulduk. Müthiş yağmurlu bir geceydi. Adresi zar zor da olsa bulup 'etkinliğin' yapıldığı şatoya ulaştık. Şatonun, Lordlar Kamarası'nda koltuğu bulunan Muhyiddin İbni Arabi hayranı çok ünlü bir İngiliz asilzadeye ait olduğunu ertesi gün öğrenecektik...

Hayatımın en büyük şoklarından birini o gece yaşamam mukaddermiş...

Şatoya vardığımızda bizi karşılayan ilgili, "Hah, nihayet geldiniz, 'etkinlik' hâlâ devam ediyor" diye fısıldadı kulağıma. Koca binada niye kısık sesle konuştuğunu anlayamasam da, kendisine "Ya, ne iyi" diye bir şeyler söyledim, aynı edayla... Önümüze düşüp ürkütücü sessizlikteki şatonun en üst katına çıkardı ve "İçeride işinize yarayabilir" diye garip bir tahta parçasını elimize tutuşturduktan sonra kocaman bir kapıyı açıverdi.

Gördüğüm şu anda bile gözlerimin önünde: Çepeçevre insanlardan oluşan bir halka... İnsanlar başlarını eğip öne doğru sallanıyor, sonra arkaya doğru hareketleniyorlar; bunu yaparken de dudaklarından Allah'ın 99 isminden biri dökülüyor: "Ya Rahman" diyorlar meselâ, biraz sonra "Ya Kadir" sesleri yükseliyor... Elime tutuşturulan tahta parçasının, çömelme âdeti bulunmayan İngilizleri diz çöker vaziyette tutmaya yaradığını keşfetmem uzun sürmüyor...

Yer açtılar, halkanın bir tarafına ben de iliştim ve yanımdakiler ne yapıyorsa aynısını yapmaya, ne söylüyorsa söylemeye başladım...

Yazarken bugün bile kendimi tutamayıp gülüyorum. Sürrealist bir görüntüydü çünkü: Kızlı erkekli çok sayıda İngiliz, dilleri yarı dönüyor yarı dönmüyor, bir takım İslâmî deyimleri birbiri ardına tekrarlıyorlar; bir tür tarikat âyini biçimindeki bu 'etkinlik' sırasında, kendini 'yabancı' hisseden biz üç Müslüman Türk...

Ertesi gün, o şatonun tasavvuf meraklısı Lord tarafından İbni Arabi araştırmaları yapan bir grubun kullanımına tahsis edildiğini, grup üyelerinin, Anadolu'da da yaşamış İbni Arabi'nin eserlerini tercümeye çalıştıklarını öğrenecek, kendi aralarında İbni Arabi felsefesi üzerine tartıştıklarına tanıklık edecektim.

Bunca yıldan sonra, 24 saatten az sürmüş o deneyimi hatırlar, Şükrü Karatepe ile gülüşürüz. Kendini bir İngiliz tarikat âyininde bulup 'yabancılık' hissetmek garip bir duygu gerçekten... Şatodan "Biz buraya ait değiliz" deyip hemen ayrılmıştık; İngilizler de bizi yadırgamışlardı zaten.

Şimdi ajans haberini okuyalım: "Dünyanın her tarafında üyeleri bulunan İngiltere merkezli Muhiddin Arabi Derneğinin üyeleri, ünlü tasavvufçunun yaşadığı kentlere düzenlenen turlar kapsamında Konya'ya geldi. / (..) Derneğin 24 üyesi Konya'da Selçuklu döneminden kalma bugün müze olan tarihî binaları gezdikten sonra, çok sayıda el yazması eski eserin bulunduğu Yusuf Ağa Kütüphanesini ziyaret etti. (..) Derneğin yayın sorumlusu yazar Stephen Hirtenstein, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 1982 yılında İngiltere'de kurdukları derneklerinin bugün dünyanın her yerinde üyesinin bulunduğunu söyledi."

Demek sonradan dernekleşmişler, 'etkinlikleri' hâlâ sürüyormuş...

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi