T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 19 MAYIS 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Bugünkü Yeni Şafak
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


Danıştay'a saldırı demokrasiye saldırıdır

28 Şubatçı gazeteciler ile 28 Şubatçıları meşrulaştırmak isteyen bazı yayınların, bir yerlerden düğmeye basılmışçasına tansiyonu yükseltmek için çaba gösterdikleri gözden kaçmıyor. Medyadaki "taşeron" ve "provokatör"ler teşhir edilmeli.

  • DR. MURAT YILMAZ Siyasetbilimci
    Ne yazık ki, yükselen tansiyon, sadece iktisadî bir dalgalanmaya yol açmakla kalmadı; Danıştay'a yönelik saldırıyla kan da döküldü.

    ŞİDDETE İZİN VERİLMEMELİ

    Bu saldırı, benzeri diğer saldırılar gibi menfur bir terör eylemidir. Hiçbir eylem veya düşünce, bir diğer insanın öldürülmesini veya yaralanmasını meşru kılamaz. Hele Türkiye gibi idam cezasını hukukundan kaldıran bir ülkede, bu tür şiddet hareketleri aslâ tasvip edilemez. Kim ki, farklı görüşlere karşı şiddete baş vurursa; o kişi, görüşü, kurumu ve sıfatı ne olursa olsun, bir suçlu muamelesi görür, görmelidir. Bu sadece hukuk nezdinde değil, Türkiye'deki bütün görüş, kurum ve akımlarda böyle kabul edilmedikçe, şiddeti siyasî, sosyal ve iktisadî hayatımızdan tecrit edemeyiz. Bu yüzden, Danıştay men-suplarına yönelik alçakça saldırı herkes tarafından medeni ölçüler içinde ve barışı tesisi etmek amacıyla kınanmalıdır. Tıpkı birkaç gün önce Elazığ'da bombalı saldırılar sonucu dört çocuğun katledilmesi hadisesinde olduğu gibi...

    Türkiye demokrasisi, ne yazık ki, şiddetin, Demokles'in kılıcı gibi tepesinde salınmasından kurtulamadı. Şiddet ve arkasından normal demokratik yollarla sorunlarla başa çıkamamanın sonucunda olağanüstü hâl arayışları ve "milli güvenlik rejimine" teslim olarak özgürlüklerden vazgeçmek şeklindeki formül, 1960 sonrası siyasî hayatımızı özetlemektedir.

    'KARANLIK GÜÇLER' İŞ BAŞINDA...

    Türkiye, 1980 sonrası süreçte, Güneydoğu Anadolu'daki şiddet hareketleri istisna edilirse, yaygın bir siyasî şiddet olayı yaşamadı. Ancak kritik zamanlarda, önceki Danıştay saldırısı benzeri ajitasyonlarla siyasî iklimin bozulmasını engelleyecek bir olgunluk da gelişmedi. Son zamanlarda, Cumhurbaşkanı'nın Harp Akademileri'ndeki konuşmasıyla başlayan gerginlik, muhalefet partilerinin, iktidarın, yargı kuruluşlarının ve basının müşterek katkısıyla yükselen bir eğilime girdi. Neredeyse Gabriel Garcia Maquez'in "Kırmızı Pazartesi" başlıklı romanında anlatılan, bütün şehrin olacakları bilip de engelleyemediği cinayetin yaşanması gibi, artan bir tansiyonla buralara kadar geldik...

    Gerçi tartışmada taraf olan kimsenin maksadı bu değildi ve kimsenin söyledikleri "gidin kan dökün" anlamına gelmiyordu ama hava, dumanlı havaları sevenler için yeterince uygundu. Daha önce Cumhuriyet gazetesine bir hafta içinde üç el bombasının atılması gibi gözü kara bir tahrik eylemi varken, üzerine Danıştay mensuplarına yönelik katliam denemesinin yaşanması, kamuoyunda haklı olarak "bir tertip mi var?" sorusuna yol açıyor. Bunu ancak güvenlik kuvvetlerinin ve yargının soruşturma ve kararlarıyla öğrenebileceğiz.

    Kamuoyuna düşen görev, bu eylemlerin aydınlatılması ve bu eylemlerin arkasındaki "karanlık güçler"in tespit edilerek cezalandırılması için sivil ve demokratik bir kararlılığın sergilenmesidir.

    MEDYA, SORUMLU HAREKET ETMELİ

    Bu meyanda, medya da, tansiyonu düşürecek, kriz ve darbe imasında vazgeçecek bir tavır sergilemelidir. Esasen genel eğilim bu istikamette olmakla beraber, 28 Şubatçı bazı gazeteciler ile adeta 28 Şubatçıları meşrulaştırmak isteyen bazı yayınların sanki bir yerlerden düğmeye basılmışçasına tansi-yonu yükseltmek için çaba gösterdikleri gözlerden kaçmıyor.

    O yüzden, beklenmedik krizlerin önünün alınabilmesi için, atılacak adımlardan biri de, hiçbir şekilde iyi niyetli olmadıkları çok açık olan ve ne yazık ki, "taşeron" ve "provokatör" olarak kullanılan medyadaki bu kişilerin tespit edilerek, teşhir ve tecrit edilmeleridir.

    Öte yandan, geçtiğimiz günlerde, Danıştay Başkanı'nın dikkat çektiği üzere, yargı kararlarını eleştirmekle işi şahsileştirerek hakim ve savcıları isim vererek adeta hedef göstermenin kabul edilebilir bir tarafı yoktur. Bazı gazetelerin, bu istikametteki yayınları, bugün yaşanan hadi-selerin gösterdiği üzere demokrasi ve özgürlüklere, bu arada yaşama hakkına zarar veren bir mahiyet kazanabilir. Yine bir gazete, son dönemde artan terör eylemleri karşısında gözle görülür bir şekilde tahrik edici yayınlar yapmaya devam ediyor; bu ve benzeri tahrikleri yapan gazete ve televiz-yonlar, kınanmalı, uyarılmalı, akl-ı selime davet edilmelidir. Ayrıca, bu tür yayınlar yapan gazete ve televizyonların, yayın politikalarını gözden geçirmeleri, her şeye rağmen, itidali, ülke barışını temin ve tesis edecek yayınlar yapmaları sağlanmalıdır.

    Sağda veya solda bu istikamette yayın yapan yayın organları ve yazarların açıkça kınanması, taraflar arasında kutuplaşmaların engellenmesi için sivil topluma ve aydınlara önemli görevler düşmektedir.

    SİYASİLER RANT PEŞİNDE KOŞMASIN

    Bu şiddet hareketinden sonra kısa vadede tansi-yon yeniden düşünceye kadar, bütün tarafların, fevri açıklamalardan kaçınarak şiddetin hür türlüsüne karşı dayanışma içinde olduklarını sergilemeleri hayatî önem taşıyor.

    Bu bakımdan TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın "bu katliamdan rant edilmeye çalışılmaması" uyarısı yerindedir. İktidar ve muhalefet partilerinin bu çerçevede sergileyecekleri beraberlik, Baykal'ın ifadesiyle Türkiye bir yere mi sürüklenmek istiyor kuşkularını ortadan kaldıracaktır.

    Keza Cumhurbaşkanı Sezer'in son zamanlardaki tahrikler hilafına yumuşak bir siyaset ve söyleme yönelmesi, konumunun ona yüklediği anayasal bir mecburiyettir. Sayın Sezer'in bu görevi üstlenmemesi, hem gerginliği arttıracak, hem de kendisini hakem konumundan marjinal bir taraf konumuna sürükleyecektir. Sayın Sezer, anayasal birtakım kurumlarla hükümet aleyhine bir kumpasa gireceği yönündeki yaygın dedikodulara set çekecek, kendisini Cumhurbaşkanlığı'na taşıyan konuşma türünden demokratik ve sivil bir çıkış yapmalıdır.

    ŞİDDET, TÜRKİYE DÜŞMANLARINA YARAR

    Geçtiğimiz günlerde Türk Silahlı Kuvvetleri'nin spor konusundaki bir toplantısında yaptığı konuşmada spordaki şiddet olaylarına çarpıcı örneklerle karşı çıkan ve bu konuda basını ve eğitim sistemimizi sorgulamamız gerektiğini söyleyen Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt haklı: Şiddet konusunda problemli bir toplumuz. Bu konu hakkında her kurum kendisini sorgulayarak, meselenin tartışılması ve çözümler bulunması yönünde gayret sarfetmelidir.

    Meseleyi, birbirimizi suçlamak için yeni bir polemik malzemenin ötesine taşıyıp tartışamazsak, Danıştay'da dökülen kan, bir kez daha toplum olarak kaybettiğimiz bir yola girmemize yol açabilir.

    Halbuki, şairin dediği gibi artık "bu caddenin çıkmaz sokak olduğunu" öğrenecek kadar bu caddeye girdik. Şiddeti her halükârda reddeden sivil ve özgürlükçü yollar aranmalı, sözün ve tartışmanın yaratıcı kıymetini öğrenmeliyiz. Dolayısıyla, her ne gerekçeyle olursa olsun, şiddet aslâ maruz görülemez ve gösterilemez; şiddetle uçurumdan başka bir yere varılamaz. Şiddet, Türkiye'nin düşmanlarının ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramaz. O yüzden, ülkemizin bu tür şiddet ve kaos ortamına sürüklenmesinde bu tür iç ve dış aktörlerin kilit roller oynadığı gerçeği aslâ gözardı edilmemelidir.

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi