T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 28 MAYIS 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Bugünkü Yeni Şafak
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv
İZDÜŞÜM
Abdullah MURADOĞLU

Akılsız adamların akıl oyunları

Danıştay saldırısının ardından “komplo teorileri” ve “provokasyon”larla ilgili tartışmalar yeniden canlandı. Doğrusu, ortaya atılan isimlerin ilişkileri ve bağlantıları komplo teorilerini haklı çıkartacak denli ilginç. Türkiye’de açıkça, ilk siyasal komplo tartışması 1950’lerde ‘Samet Kuşcu ve 9 subay olayı’ ile yaşandı. 1957’de Samet Kuşcu adlı bir binbaşı, ordu içinde bir darbe hazırlığı yapıldığı ihbarında bulunur. DP’liler önceleri ciddiye almazlar, sonra da ‘bir bakalım şu olaya’ diyerek Kuşcu’dan gizli toplantıları kaydetmesini isterler. Ne var ki ses kayıtları cızırtılı çıkar. Ses bandını çözmekle görevli teknik elemanlar uzmanlıklarını kullanmazlar. Paniğe kapılan Kuşcu, Amerikan Konsolosluğu’na sığınır. Amerikalılar, “Bir adam geldi, acaip şeyler anlatıyor. Gelin alın” derler. Kuşcu ile birlikte 9 subay tutuklanır. Sanıkları yargılayan askeri mahkemenin başkanı Tümgeneral Cemal Tural’dır. Mahkeme, 8 subaya beraat kararı verirken, Kuşcu 2 yıl hapse mahkum edilir.

***

Kuşcu olayından üç yıl sonra 27 Mayıs 1960’da darbe olur. Darbe öncesi üniversitelerdeki hükümet aleyhtarı gösterilerin arkasında cuntacılar vardır. DP hükümeti, birkaç yıl içinde hazırlanan siyasi komplonun kurbanıydı. Hatırlarsanız, darbeden önce yüzlerce öğrencinin DP hükümeti tarafından öldürüldüğü, cesetlerinin ise Et Balık kombinelerinde kıyma yapıldığı dilden dile dolaşmıştı. Oysa bu da bir yalandı, komplonun, provokasyonun parçasıydı. İhtilalciler bile bu yönde yayınladıkları bildiriyi iptal etmişlerdi. Atı alan Üsküdar’ı geçmişti nasıl olsa. 9 subay davasının mahkeme başkanı Cemal Tural, 27 Mayıs döneminde 1. Ordu Komutanı, 1966’da Genelkurmay Başkanı oldu. Tural 1969’da darbe hazırlığı yaptığı gerekçesiyle Başbakan Demirel-Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay işbirliği ile görevden alındı. Sözün kısası, komplo ve provokasyon siyasal yaşamımızın utanç verici bir parçası.

***

12 Mart 1971’den önce de komplolar ve provokasyonlar, siyasal şiddet olaylarıyla eş güdümlü yürütüldü. Komploculardan birisi olan Hasan Cemal, bir söyleşide “27 Mayıs’ın tekrarına benzer bir sol darbe yapılacağı düşüncesi hakimdi. O zamanlar 23-24 yaşında ve ‘Devrim’ dergisinin yazı işleri müdürüydüm. Amacımız Türkiye’yi kurtarmaktı” der.

***

12 Eylül 1980’den önce de siyasal çatışmalarda binlerce genç öldü. Sağ ve soldaki örgütlere ‘sızma’lar oldu. Kimin eli kimin cebinde belli değildi. 1978’de Hüseyin Çalışkan adlı öğrencinin evinde Amerikan patentli TNT kalıpları bulunur. Genç, Emniyet’in beşinci katından atlayarak intihar eder. Son sözleri düşündürücüdür: “Tahrip kalıplarını aldığım yeri söylersem, ailemin kökünü kazırlar.”

1979’da MHP Beşiktaş İlçe Sekreteri bir şahıs ilginç dokümanlar ve silahlarla yakalanır. Alparslan Türkeş, teşkilata ajanların sızdığını açıklar, Ülkücüleri dikkatli olmaya çağırır. Dönemin Başbakanı Ecevit, Türkeş’in iddialarını yalanlar. “Kontrgerilla”yı gündeme getiren ve kendisi de suikast girişimlerine maruz kalan Ecevit’in tavrı ilginçtir. AP lideri Demirel ise, muhalefette iken kendisini sıkıştıran CHP lideri Başbakan Ecevit’i “Hadi bakalım iktidardasın. Kontrgerilla iddialarını ortada bırakma” diye hırpalamaya başlar. Erbakan, Susurluk için “Faso fiso” demişti. Şimdi de CHP lideri Deniz Baykal, Danıştay saldırısı ile ilgili hükümet açıklamaları için “Ivır zıvır” diyor. Siyasi liderlerin “vahim oluşumlara” yönelik zikzaklı tutumları, bugünlere nasıl gelindiğini anlatıyor.

***

Yaşadıklarımızdan öğrendiğim bir şey var. Her ne yapılırsa yapılsın, halk arasında etnik ve mezhebi bir çatışma gerçekleşmedi. 1925’teki Şeyh Sait isyanı bile bütün Kürtleri yanına çekemedi, pekçok Kürt aşireti devletin yanında yer aldı. 1970’lerdeki Maraş, Sivas ve Çorum olayları Alevi-Sünni çatışmasına dönüşmedi, lokal kaldı. 1980’den sonra 30 bin insan kaybına rağmen ciddi bir etnik çatışma yaşanmadı. Demek ki bin yıllık ortak geçmişe dayanan kardeşlik kültürü sağlam köklere sahip. Laik-antilaik çatışma konsepti de yapaydır. Komplocular, provokatörler boşa uğraşmasın. Millet kendi istikametini kendisi tayin ediyor. 27 Mayıs Adalet Partisi’nin, 28 Şubat AK Parti’nin tek başına iktidar olmasını engelleyemedi.

Bu halk Karaoğlan Ecevit’i ilki 1974’de olmak üzere birkaç kez Başbakan yaptı. MHP lideri Devlet Bahçeli’yi ise Başbakanlığın eşiğine getirdi. 1996’da da Erbakan’ı Başbakan yaptı.

Vatan ‘gerçekten’ tehlikede olduğunda, millet vatanını korur. Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi. Vatanın selameti birkaç çapulcunun, mafya bozuntularının, üçkağıtçıların, rantiyecilerin, düşük cuntacıların, bir oraya bir buraya dönen babaların ve akıl oyunları oynayan akılsız adamların eline kalamaz, kalmamalı.


Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi