T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 28 MAYIS 2006 PAZAR | ||
|
Dünkü yazımızda ihtilâl, inkılâb, devrim ve müdahale kelimelerinin dördünün de Arapça kökenli olduğunu söylemiş ve ilkinin izini sürdüğümüz hâlde, diğer üç kelimeyi inceleyememiştik. Önce inkilâb’tan başlayalım. Bakışımızı inkılâb kelimesinin kökenine çevirdiğimizde çok tanıdık bir kelimeyle karşılaşırız: ‘kalb’. Türkçe’de gönül ve yürek’le karşılanan bu kelimenin fiil olarak kullanımı (kallebe) çeşitli anlamlara sahipmiş gibi görünüyorsa da en temelde yatan anlamı “bir şeyin altını üstüne getirmek”tir; yani çevirmek, döndürmek, yuvarlamak, devirmek, değiştirmek... Dolayısıyla ‘kalb’ kelimesi de isim olarak bütün bu hareketlerin (tahavvülâtın, hâlden hâle geçişin) sebebi olan yeti için kullanılır. Bu yetinin hangi organa ait olduğu ihtilâflıdır. Antik Yunan’dan beri halk bu yetinin göğüs kafesinin solunda olduğuna inanırken, âlimler tam da aksine dimağda, yani beyinde olduğunu pekâlâ bilirlerdi. Bir örnek olarak birçok âlimin yanısıra Hanefî mezhebinin imamı Ebu Hanife’nin dahî bu yetinin dimağda bulunduğunu açıkça ifade ettiğini söyleyebiliriz. Burada dikkat çekmek istediğimiz bir değer husus da bu hareketin, iki hareket türünden, yani dairesel ve doğrusal (müstedir-müstakim) hareketten sadece ilkini ifade ediyor olmasıdır. Bu durumda bir şeyin altını üstüne getirmek (çevirmek, döndürmek, yuvarlamak, vs.), âdeta bir kürenin veya bir topun altını üstüne getirmek demektir; yoksa bir bifteğin değil... Biftek bir şeye inkılâb etmez, sadece ters-yüz olur. Geometrik olarak ifade edecek olursak, yer değiştiren bu durumda bifteğin yüzeyleridir. Kalbin hareketi, duyguların hareketidir; yani ‘sevinmek’ ve ‘üzülmek’ gibi duyguların... Nitekim Türkçe ‘gönül’ kelimesinin anlamı da buna yakındır ve “sevinç/sevinme yetisi” anlamına gelir. Bu anlamda hemen ‘gönenmek’ (sevinmek, mutlu olmak) veya ‘gönendirmek’ (sevindirmek, mutlu etmek) fiillerini hatırlayabiliriz. Nitekim Yunusumuz şöyle der: Gönüle gireni gönendi derler Gönüle sen de gir kim gönenesin. Yani bir gönüle girince, bir gönlü kazanınca kişi sevinir, mutlu olur. Sen de bir gönüle gir ki sevinesin, mutlu olasın! ‘Yürek’ kelimesine gelince, bu kelime de tıpkı ‘kalb’ gibi, ‘gönül’ gibi, duyguların hareketini ifade eder. Kolaylıkla bulunacağı üzere kökü, ‘yür-mek’ veya aynı anlamda ‘yür-ü-mek’tir; cesaret ve atılganlık gibi muayyen duyguların yürümesini (hareket etmesini) sağlayan yetiye ‘yürek’ denir; sevinç ve türevleri gibi muayyen duyguların hareketini sağlayan yetiye ise ‘gönül’. (Her iki kelimenin de kullanım alanlarına dikkat edilirse, işaret ettiğimiz ayrımın daha iyi kavranacağını söyleyebiliriz.) Kısacası, Türkçe olan ‘gönül’ ile ‘yürek’in anlam ve işlevlerini, Arapça olan ‘kalb’ kelimesinin tek başına karşıladığını söyleyebiliriz. (Arapça’da bir de ‘fuad’, —çoğulu ef’ide— kelimesi bulunmaktadır ki bu kelime daha çok ‘akıl’ anlamında kullanılır.) Kökeninde ‘kalb’in bulunduğu ‘inkılâb’, bugün daha çok “sosyal ve siyasî değişim ve dönüşümleri” tanımlamak için kullanılmaktadır ki siyasî ve sosyal yapının altının üstüne getirilmesi, âdeta kürenin tersine çevrilmesi demektir. Altta olanlar üste çıkar, üstte olanlar da alta inerse bu bir inkilâbdır. Meselâ “Fransız İnkılâbı”, kelimenin bu anlamıyla tam bir mutabakat halindedir. Monarşi yıkılır ve aristokrasi imtiyazlarını kaybedip baş-aşağıya inerken —ki bu durumda ayakları ters istikamettedir—, halkın temsilcileri de kürenin üstüne çıkarlar. Ama çok ilginçtir ki bu ‘alt’ ve ‘üst’ kavramları hiç, ama hiç inkılâb etmez (değişmez). İnkılâb edenler sadece alttakiler ile üsttekilerdir. Alttakilerin üste çıkmaları ve üsttekilerin al-aşağı edilmeleri, yani bulundukları yerden alınıp aşağıya çekilmeleri için alttakilerin (halkın temsilcisi olduklarını iddia edenlerin) şiddet kullanmasına ihtiyaç vardır; aksi takdirde, buna “yer değiştirme” veya “nöbet değiştirme”; yani ‘demokrasi’ adı verilir ki bazıları bu işlemin dahi gerçekte halkı ilgilendirmediğine inanırlar. Cumhuriyet idaresi, bir inkılâb idaresidir ve bu teşebbüsün henüz Türkçe karşılığı bulunamamıştır. (Her ne kadar bazıları ‘devrim’i kullanıyorlarsa da bu kelime Türkçe değildir.) Türk devlet geleneği ihtilâl ve inkılâb’a yabancıdır; zira Türkler ihtilâl ve inkılâb yapmak yerine, ya eskisini ayakta tutmaya çalışmışlardır, ya da çözümü yeni bir devlet kurmakta bulmuşlardır.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |