T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 28 MAYIS 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Bugünkü Yeni Şafak
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Hüseyin HATEMİ

Değişen ve değişmeyen

Değişme ve gelişme inkâr edilemez. Ne var ki bu değişme ve gelişmenin de kanunları vardır. Çevremizi, toplumu, evreni kaleydoskop gibi sallayarak tesadüfî ve anlık bir değişme sağladıktan sonra bıkınca yine aynı yola başvurmak kimsenin yapabileceği bir iş değildir.

Değişmeyi ve gelişmeyi kendi çıkar ve yararına göre sabit kılma ve ayarlama çabaları da boştur. Amerikalı “neo-conlar”, “zalimler işin neye varacağını, nasıl bir değişmeye, inkılâba uğrayacaklarını görecek, bileceklerdir” gerçeği üzerinde düşünmeli, uyanmalıdırlar.

Kendimizi iyiye veya kötüye değiştirebilir miyiz? Bu da mümkündür. “Nefs”imizi, “ego”muzu yaratan, bu “nefs”in iyide devamını da, kötüye düşmesini de bizim seçimimize bırakmıştır. (Şems Suresi, 91/7-8)

Fakat “iyi” ve “kötü”nün doğru yargısı değişmez. Ahlâkın temel ilkeleri değişmez. “Nefs”ini temizlemek, arıtmak da, karartıp kirletmek de insanın elindedir. Arıtmakla kirletmenin ölçüsü, neyin arıtma, neyin kirletme olduğu değişmez. Nefsini arıtan, kendini Yüce Sevgili’ye bağlayan, gönlüne O’nun sevgisini ve dolayısı ile ilâhî sevgiyi hâkim kılan yüce kurtuluşa erer. Nefsini karartma ve kirletme yolunu seçen de “husran”a uğrar. Bu husran, Yeryüzü’nde Sevgi ni’metinden mahrum kalması, Kin’in, Kötü Ağacın zehir-zakkum acılığında meyvelerine bağımlı olması, Din gününde şiddetli bir nedamet ile gafletinden uyandıktan sonra da Hamam ve Hastahane’den geçmesinin zorunlu olmasıdır.

Din, bu anlamıyla bir “hobby” değildir. Değişen ve gelişen maddî dünyada, İyi Ağacın meyvelerini arayıp bulmamızı ve Kötü Ağacın meyvelerinden sakınmamızı öğütleyen Sağlık Bilgisidir. Değişen ve gelişen maddî dünyanın kanunları nasıl değişme ve gelişmeye rağmen değişmeyen determinist sebep-sonuç ilişkileri ise, Evrensel Ahlâk’ın ve Tabiî Hukuk’un iyi-kötü yargısı da değişmez. (En’âm, 6, 115) Allah’ın sözü, “sıdk” ile ve “adl” ile tamam olmuştur ve O’nun “sıdk” ile tamamlanan müsbet ilim kanunlarına da, “adl” ile tamamlanan temel davranış kurallarına da “mübeddil”, “değiştirici” yoktur.

Şu halde davranış kuralları alanında değişmeyen ve değişmemesi gereken, Evrensel Ahlâk’ın ve Tabiî Hukuk’un temel ilkeleridir. “Şeriat”den amaç da budur. Esasen Hazret-i İsa da bu anlamda “Şeriatin bir harekesi dahî değişmez” demiştir.

Ne var ki Musevî, Hristiyan ve Müslüman Pozitif Hukukçularının çoğunluğu değişkenlik ve değişmezliği böyle anlamak istememişlerdir. Bizim işimiz daha kolaydır, çünkü Kur’an-ı Kerim; sahte ve bâtıl karışmayan son İlâhî Tebliğ’dir. Buna rağmen bizde de zamanın güçlülerinin çıkarlarına göre Davranış Kuralları’nı sabitlemek ve ayarlamak isteyenlerin, İngiliz Hukuku’nda olana benzer şekilde Pozitif Hukuk’u oluşturan fetvâları (Judge made law) ile, Evrensel Ahlâk ve Tabiî Hukuk’un temel ilkeleri - çok defa bilinçli olarak - karıştırılmıştır.

Sayın Gündüz Aktan; “Selefîlik İslâm’ın yorumundan çok, siyasî bir ideoloji.. İktidara gelen selefî akım (lâik bir düzende seçimle iktidara gelince) kendi ideolojik kalesinden çıkmak zorunda” diyor. Kavram ve terim kargaşası daha “fetvâ”nın başlangıç ve gerekçe bölümünden başlıyor. “Selefîlik”ten kasdedilen nedir? AKP’nin ideolojik kalesi, hangi anlamda olursa olsun, “selefîlik” olsa idi, seçimle iktidara gelmesine ruhsat çıkar mı idi? Ardından, Aktan şöyle diyor: “Türban üzerinden çıkan ihtilâf, ideolojik kimliği korumaya yarıyor. Ama bunun eski travmaların tekerrürüne yol açması gibi bir tehlike var”. Hiç anlayamadım: Başörtüsü, Batılı görünüme bürünsün diye Doğramacı fetvâsı ile “türban” olmuş iken, şimdi de türban olarak da “inancına göre yaşama hürriyeti”nin gereği değil, “selefî ideolojik kimliğin koruma aracı” görülüyor!

Ardından daha neş’eli bir curcuna geliyor: AKP kendini bu tuzaktan kurtarmalı. Devrim travmasını atlatmalı. Hanefî-Matüridî çizgiye gelmeli. Lâiklik sınırını zorlamamalı. Batı’ya karşı savaşla kurulan Cumhuriyet’in parçası olduğunu anlamalı! (Yani lâik selefîlik mi öğütleniyor? Batı’dan amaç AB mi? AB + ABD mi?). Yoksa demokrasi yaşayamayacak. (Yine hiç anlayamadım: Yoksa cumhuriyet ve demokrasi, birlikte bulunamayacak iki nesne mi? İnsan hakkı istemek, önce Cumhuriyeti hedef almak, dolayısı ile Cumhuriyet tarafından şeklî demokrasinin de yok edilmesine yol açmak anlamında mı? İşimiz zor!

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi