T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 28 MAYIS 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Bugünkü Yeni Şafak
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Nazif GÜRDOĞAN

İstanbul’suz Paris isteyen her ikisini birden yitirir

Osmanlı döneminde Türk toplumunun İstanbul’da oluşturulan merkezi, Cumhuriyet döneminde milletten daha çok devletten gelen baskıyla Paris’e kaydırıldı. Devletin sivil ve askeri bürokrasisi ve onların desteğiyle varlıklarını sürdüren aydınlar, Anadolu’ya İstanbul’dan değil de, Paris’ten bakmaya başladılar. Anadolu insanının bin yıllık birikimiyle oluşan merkezin, içeriden dışarıya kaydırılması, Türk toplumunda geçmişte benzeri görülmedik bir yabancılaşmaya yol açtı.

Cumhuriyet döneminde devlet yapısı içinde yer alanlarla birlikte hareket eden aydınların gözü, İstanbul’da değil, Paris’te oldu. Onlar Türkiye’nin geleceğini kendi kültürlerinden daha çok başka kültürlerde aradılar. Türk toplumunun ekonomik, siyasal ve kültürel yapısı, İstanbul’un değerlerinden arındırılarak, Paris’in değerleriyle yeniden inşa edilmeye çalışıldı. Anadolu insanının bildiği dünya gitti, onun yerine hiç bilmediği bir dünya geldi.

Yabancılaşmanın öncüsü aydınlar, İstanbul’dan ne kadar uzaklaşırlarsa, o kadar Paris’e yakınlaşacaklarını sandılar. Beklenilenin tam tersi bir sonuç ortaya çıktı. Eski dünya yıkıldı, yerine yeni bir dünya kurulamadı. Türk toplumu, İstanbul ile Paris arasında kaldı. Ne İstanbul’u bütünüyle bırakabildi, ne de Paris’i herşeyiyle benimseyebildi. İstanbul’un yüzyılların içinde oluşan dili unutuldu. Paris’in son yüzyıllarda oluşan dili ise, öğrenilemedi.

Anadolu’da yabancılaşmaya karşı tepkiler, Bediüzzaman, Mehmet Akif, Yahya Kemal, Necip Fazıl, Sezai Karakoç gibi, İstanbul ile bağlarını hiç koparmamış düşünce, sanat ve eylem öncülerinden geldi. Onlar Türkiye’nin geleceğini Paris’te değil, İstanbul’da aradılar. Onların gözünde, Paris İstanbul’a düşülmüş küçük bir dipnottur. İstanbul olmasaydı, Paris olmazdı.

Hafta içinde Burç Fm ile Özel Zafer Koleji’nin birlikte, Çorlu Ticaret ve Sanayi Odası’nın konferans salonunda düzenlediği “Türk Toplumunun Düşünce, Sanat ve Eylem Dünyasında Necip Fazıl Kısakürek” paneline katıldım. Anadolu sevdalısı Bünyamin Şen’in yönettiği panele hayat ile edebiyatı bütünleştirmesini bilen Mehmet Doğan ve ben katıldım. Necip Fazıl’ın Çorlulu sevenleriyle, Türkiye’nin dünyadaki yerini tartıştık.

Necip Fazıl Türkiye’nin İstanbul’da yitirdiği değerleri, hiçbir zaman Paris’te arama yanlışına düşmedi. O İstanbul’da kaybedilen değerlerin, Paris’te bulunamayacağını biliyordu. Ona göre, Paris’in İstanbul’a ihtiyacı, İstanbul’un Paris’e ihtiyacından çok daha büyüktü. Çünkü Paris ruhunu, İstanbul ise boyasını yitirmişti. Ruhunu yitiren herşeyini yitirirken, boyasını yitiren yalnızca renginden olur.

Paris’in temelinde mitolojinin kahramanları, İstanbul’un temelinde ise, peygamberler vardır. Bunun için, Paris İstanbul’u değil, İstanbul Paris’i içselleştirir.

İstanbul’suz Paris köksüz, Paris’siz İstanbul güçsüz olur.

Güç sonradan kazanılır, kök ise kazanılmaz.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi