T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 14 NİSAN 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Hayrettin KARAMAN

İsviçre'de Kutlu Doğum

Hem siyasi hem de ideolojik muhalefet her fırsatı değerlendirerek ve yaptıklarının ülke menfaatine olup olmadığına aldırmadan iktidara vuruyor; hataları, eksikleri abartıyor, çözüm yolu göstermiyor, gösterir gibi yaparak olmayacak, kendileri de gelseler yapamayacakları, yapsalar zararı faydasından çok olabilecek şeyler söylüyorlar. ABD İsrail'in peşine düşmüş dünyayı belaya sürüklüyor, İslam dünyası birlik yerine ayrılığın peşinde koşuyor... bütün bunlar karşısında insanın içi kararıyor; derken ufuktan yükselen "Kutlu Doğum" güneşi, düşünce ve duygularımızı bir başka iklime/âleme yoğunlaştırmamızı sağlıyor, Rahmet Peygamberi'ni (s.a.), insanlığın rahmete en muhtaç olduğu bir dönemde daha anlamlı olarak anıyor, yalnızca İslam Dünyası'nda değil, hemen bütün dünyada O'nunla dolu bir hafta geçiriyoruz. Ananlara ve andıranlara ne mutlu!

Yorgun ve rahatsız olduğum için konferanslara gidemiyorum, ama yer gurbet, konu da Rahmet Peygamberi olunca hayır demek mümkün olmuyor ve İsviçre'ye uçuyoruz. Aynı uçakta, yine İsviçre'nin bir başka şehrinde konuşacak olan bir başka hocayı görmek, dönerken sevgili Senâî Demirci'nin yine bir anma programından dönmekte olduğunu öğrenmek, bizim bildiğimiz ve gördüğümüzün ötesinde yüzlerce Peygamber sevdalısının dünyanın çeşitli yerlerine aynı maksatla gittiklerini düşünmek mutluluğmuzu arttırıyor. Varsın bilmeyenler, içlerindeki karanlık ve çirkinliği kâğıtlara döksünler; milyarı aşan sevdalının aşkı, mahabbeti, hasret gözyaşı önünde bu çerçöpün tutunması mümkün mü? O, Taif'e gidip putperest reislere davasını anlatmak ve desteklerini sağlamak istediğinde hem hakaret hem de işkenceye maruz kalmıştı; Allah Teâlâ Cebrâîl'i göndererek "Dilersen bunları helak ederim" buyurunca telaşla semaya ellerini açmış, "Allah'ım, onlar bilmedikleri için böyle yapıyorlar, onları doğru yola ilet ve rahmetinle muamele buyur" niyazında bulunmuştu. Ne ona yapılan son bulacak, ne de bizim, O'nun izinde, rahmet ve sevgiyi, intikam ve nefrete tercihimiz; "Her kap içindekini sızdırır" dememişler mi?

Bir iki yazıda, İsviçre'de olup bitenler hakkında öğrendiklerimden bir kısmını sizlerle paylaşacağım.

Önce Kutlu Doğum Gecesi'nden söz edelim.

Zürih'e yakın Solothurn isimli yerleşim merkezinde Müslümanlar bir dernek kurarak "Fatih Mescidi" yapmışlar, burada güzel faaliyetler yürütüyorlar, bu cümleden olarak bu yıl, geniş katılım sağlayacak bir organizasyon ile "Kutlu Doğum" Günü yapmaya karar vermişler. Aylarca öncesinden ısrarla davet ettiler, kabul ettim. İlave banklar konduğu takdirde dört bin kişi alabilecek bir spor salonu kiralamışlar, anlatması uzun sürecek külfetlerle burayı donatmışlar, anmanın yapılacağı günden bir gün önce kırktan fazla genç, şehre gelen bütün yollarda, sekiz on Km.'den itibaren bütün kavşaklara üçer adet renkli balon asmışlar (yeri kolay bulmayı sağlamak için), yirmi dört saat süren sağanak yağmur altında nöbet tutarak gelenlere yol gösteriyorlar, Fransa'dan tutun İsviçre'nin her köşesinden ailece gelen 2500 kişi salonu doldurmuş. Program, İstiklal Marşı, Kur'an tilaveti, takdim konuşması ve benim konuşmamdan ibaret. İstiklal Marşı böyle durumlarda daha bir manalı ve heyecanlı oluyor. Kur'an-ı Kerim'i okuyan hafız, merhum Hendekli Abdurrahman Efendi'nin öğrencisi, Türkiye'de bile sık dinleyemediğimiz mükemmellikte bir tilavet ziyafeti çekiyor.

Ben konuşmamı iki bölümde takdim ettim. Birincisinde Hz. Peygamber'in örnek ailesinden yola çıkarak "İslam Ailesi"ni anlattım, ikinci bölümde ise yazılı olarak verilen sorulara cevap verdim. İki bölüm yarım saat kadar bir ara ile ayrıldı. Bu arada da tam bir şenlik havası vardı: Dönerler, çaylar, kahveler, hasret gidermeler, tanışmalar, halleşmeler...

Konuşmamın girişinde şunları söyledim: Eskiden fıkıh kitaplarında dünya, Müslümanların ve ötekilerin egemen oldukları iki dünya olarak ayrılırdı. Ötekilerin dünyasında, bu gün burada yaptıklarımızı yapamazdık. Bakın mescidimiz var, ezan okuyup cemaatle namaz kıldık, onlara ait bir mekanı kiraladık ve burada Peygamberimiz'i anlatıyor, onun sevgi ve hasreti ile coşuyoruz. Evet, bu ülkelerde O'na hakaret edenler de var, ama bunlar da var. Biz, O'nu bilmeyenlerin veya başka hesapların peşinde olanların yaptıklarına takılıp kalmayalım, oyuna gelmeyelim, mevcut imkanları değerlendirmeye, kendimiz korumaya, nesillerimizi iyi (dini hayatına uygulayan) Müslümanlar olarak yetiştirmeye bakalım...

Kürsüde üç saatten fazla kaldım, yoruldum, ama değdi.

Devam edeceğim.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi