T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 14 NİSAN 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Yusuf KAPLAN

Kaddafi'in tuhaf işleri, ilişkileri ve işkencesi (1)

İki haftadır üç kıta arasında gidip geliyorum: Geçen hafta dört gün Paris'teydim. Bu hafta ise üç gün Trablus'ta, iki gün de Afrika'nın içlerinde, Timbuktu'da geçirdim.

Televizyonun, aslında oldukça zevkli, keyifli, heyecanlı bir mekâna dönüştürülebilmesi mümkün olduğu hâlde İslâmî çevrelerde gözlenen zihniyet çarpıklığından, iş tutuş tarzındaki kaba-sabalıklardan, insanın tahammül sınırlarını bir hayli zorlayan absürtlüklerden ötürü yorucu, tüketici, yıpratıcı, boğucu ortamından birkaç hatfadır nihayet kurtulmuştum; ama bu geziler dolayısıyla da bir hayli yoruldum.

Tabii bu tür yorgunluklar, pek yorgunluk sayılmaz: Bir hayli öğretici oluyor çünkü. Öğretici oluyor; zira gittiğiniz ülkenin insanlarını, dünyalarını, kültürlerini daha "derinlemesine" keşfedebilme imkânı elde etmeniz mümkün olabiliyor. Hele de dünyanın insanlık tarihinin en kaotik ve belirsiz dönemlerinden birini yaşadığı bir zaman diliminde, bu tür geziler, insanın ve insanlığın temel varoluş sorunları üzerinde kafa yoran biri için zihninde oluşturduğu teorik tahayyülleri ve tasavvurları, pratikte test edebilme imkânı sunuyor insana.

Abant Toplantısı için gittiğimiz Paris gözlemlerimi ve okumalarımı kısmen paylaşmıştım sizlerle. Bunları sürdüreceğimi hatırlatmak isterim.

Trablus'a ve Timbuktu'ya bir "Kaddafi işi" için gittik. Tahmin edebileceğiniz gibi, bu gezi sırasında yalnızca Kaddafi'nin tuhaf işlerine ve ilişkilerine bir kez daha tanık olmakla kalmadık; aynı zamanda tuhaf işkencelerinden birini bilfiil "tattık".

"İslâm dünyası", iki asırdır büyük bir medeniyet krizi yaşıyor; yaklaşık bir asırdan bu yana ise sahipsiz; darmadağınık ve perişan durumda.

Müslümanların temel sorunu, varoluş sorunu. Hem bireysel, hem de "kolektif" düzlemlerde ortaya çıkan karmaşık ve kapsamlı bir sorun bu.

Müslümanların varoluş sorunlarını anlama, anlamlandırma ve hâl yoluna koyma konusunda bugüne kadar pek çok oluşuma tanık olduk. Bu oluşumlar, büyük ölçüde siyasî oluşumlardı. Ciddiye alınabilecek ve ciddî şeyler söyleyebilecek köklü, güçlü, özgüven ve heyecan verici büyük entelektüel oluşumlar ve sıçramalar henüz çıkmadı İslâm dünyasından.

Ortaya çıkan hareketlerin büyük ölçüde siyasî oluşumlar olması, İslâm dünyasının karşı karşıya kaldığı sorunları, hem bir bütün olarak kavrayabilmesini zorlaştırıyor; hem de içine sürüklendiği sorunların içinde daha fazla boğulmasına yol açıyor.

Oysa hiçbir hareket, eğer köklü ve güçlü bir fikriyata, fikir hareketine ve fikir adamlarına sahip değilse, aslâ başarıya ulaşamaz. Dünyanın hızla sekülerleştiği, sekülerliğin dünyadaki bütün kavram ve kurumları belirlediği, içini / ruhunu boşalttığı bir çağda, bir medeniyetin çocuklarının varoluş sorunlarını büyük ölçüde siyasete endekslemesi, esas itibariyle seküler / dünyevî bir faaliyet alanı olan siyasetin kirine, girdabına, çıkmaz sokaklarına bulaşması, teslim olması sonucunu doğuracaktı/r.

Bunları söylerken, siyasî bilinci küçümsediğim sonucuna varmayın. Söylemek istediğim şey şu: Her şeyin siyasete endekslenmesi, İslâm'ın seküler bir faaliyet alanı olan siyasetin vesayetine girmesine, siyasetin putlaştırılmasına, dolayısıyla bizzat İslâm'ın ve Müslümanların sekülerleşmesine giden yolları sonuna kadar açmıştır.

Burada dikkat çekilmesi gereken ikinci temel nokta da şu: İslâm dünyası, siyaseten bir dağılma, parçalanma, sömürgeleşme süreci yaşamıştır. Bu durum, Müslümanların öncelikli olarak siyasî faaliyetleri önemsemelerine yol açmıştır. Bunda ilk bakışta ciddî bir sorun yokmuş gibi geliyor insana. Çünkü müslümanlar parçalanmış, siyasî bağımsızlıklarını yitirmiştir.

Ancak sorun, bu değildir; bu, sonuçtur. Öyleyse sorunumuz, bu sonuca nasıl gelindiği meselesi üzerinde kafa yormak olmalıdır. Eğer asıl sorun üzerinde değil de, sonuç üzerinde yoğunlaşırsak; tepkici, savunmacı ve hatta teslimiyetçi marazî projeler geliştirmekten kurtulamayız; Kaddafi ve benzerlerinin ise İslâm'ı bir afyon olarak, Müslümanları da kendi "kişisel" çıkarlarını ve iktidarlarını pekiştirme sürecinde birer piyon olarak kullanmalarının önüne geçemeyiz.

Sütun burada bitti; Kaddafi'nin tuhaf işleri, ilişkileri ve işkencesine artık Salı günü bakalım.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi