T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 26 NİSAN 2006 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


Zorbaların da yasaları var

Durumdan vazife çıkarmak; asıl vazifeden kaçmakla, kaçamak durumlar yaratmakla sonuçlanır. Ortak iradeyi bastırmanın adı vazife olamaz. Hele yasalara dayanarak yasaları tepelemeye kalkışmak, yapay kutuplaşmalarve kavgalar üretir.

  • NECMETTİN EVCİ
    Bireyin aidiyet ilişkilerini belirlemesi bakımından bir ulusal kimlik statüsü olarak 'vatandaşlık', bir yönüyle bireyin devlete yasal sorumluluğu anlamını içerir. Vatandaşlık, bireyin devletle haklar, sorumluluklar bağlamında niteliği yasalarla belirlenmiş ilişkisini çerçeveleyen bir statüdür. Vatandaşlık statüsünün toplumsal sözleşme ile tarafların gönüllü tercihleri ve katılımıyla sağlandığı kabul edilir. Yasalar bu anlamda en geniş uzlaşma, anlaşma alanını ifade eden sözleşme metinleridir.

    KAÇAMAK DURUMLAR VE KURUMLAR

    Her kurum, her kişi yasal sınırlar içinde serbestliğin sınırlarını, nereye kadar gidileceğini, nerede durulacağını bilir. Hukuk, birey ve devletin kendi yasal sınırlarına özen gösterme pratiği ile toplumsal yaygınlık ve güç kazanır. Hukuk toplumu, hiçbir gayr-ı meşrû zorlama olmaksızın kendiliğinden işleyişle kazanılan deneyim ve yaşama tecrübesiyle oluşur. Doğal olarak insanı, hayatı merkeze alan anlayış içselleştirilmek durumundadır. Hukukun içselleştirildiği toplumlarda keyfilikler sıradan olaylarmış gibi addedilmezler.Hassasiyetler, karşılıklı otokritiğe özen ve ihtimam gösterir. İhlal ve tecavüz kasıtlı, programlı değil, sıra dışı, anormal durumdur.

    Durumdan vazife çıkarmak, asıl vazifeden kaçmakla, kaçamak durumlar yaratmakla, topluma zoraki vaziyet edecek sahte vazifeler ve durumlar icat etmekle sonuçlanır. Ortak iradeyi bastırmanın adı vazife olamaz. Hele yasalara dayanarak yasaları tepelemeye kalkışmak, komik bile değil, traji-komik, travmatik durumlar ve sonuçta yapay olarak icat edilen kutuplaşmalar ve kavgalar üretir.

    Uzlaşma ve anlaşma kültürü kökleşmiş toplumlarda, o hassasiyetler; düşünsel, tarihsel, kültürel değerleri hayatın dışına iten, insanı belli bir kalıba ve biçim almaya zorlamayı gerektiren hassasiyetler değildir. En ayrıntılı, en farklı tercih ve hayat pratikleri devlet mekanizmasını doğrudan ya da dolaysız ilgilendiren hususlar olarak görülmez. Bilakis bireyin farklı tercihlerine saygı duyulur. Saygı gören bireyin farklılığını koruyarak toplumsal bünyeye katılması rahat ve kolaydır.

    Öte yandan, ulusal kimliğin inşası; incitilmemiş kişiliklerin katılımıyla sağlam, sağlıklı, köklü ve kökleşmiş temeller üzerinde yükselir. Hayatta kurulan ilişkiler toplumsal uzlaşma ve anlaşma ile sağlandığı ölçüde sağlıklı ve verimli olacağından devlet, farklılıkların ifade etmesinde engelleyici olamaz, tarafgir tutumla müdahale hakkını kendinde görmez, göremez.

    HUKUKUN KAYNAĞI: TOPLUMUN DAYANAĞI

    Yasalar, insana ve hayatın doğal akışına anormal müdahaleleri önleyen, daha doğrusu devlet erkinin güç ve yetki alanını vatandaşların hak ve özgürlüklerini korumayı esas alacak bir yaklaşımla sınırlayıcı, tanımlayıcı temel hukuk metinleridir. Çoğulcu ve katılımcı özelliği itibarı ile toplumsal sözleşme belgeleri olan yasalara herkes uymak durumundadır. Yasalara uyumun yoğunluğu, doğallıkla yasaların topluma, toplumu vareden ve varkılan temel kültür, tarih ve medeniyet değerleriyle, dinamikleriyle uygunluğuyla doğru orantılıdır. Hukukun kaynağı, her toplumun dayandığı ve dayanağı olan bu temel vazgeçilmez kültür, tarih ve medeniyet değerleri ve dinamikleridir. Sosyal düzenin mümkün olabildiğince sorunsuz sürdürülebilmesinde bu vazgeçilmez dayanaklara dayanmak hayatî öneme haizdir.

    İnsanların kendi rızalarıyla içselleştirmedikleri hukukun, kaçınılmaz olarak kitlesel haksızlığın gerekçesi yapılacağı, giderek zulme dönüşeceği gün gibi açıktır. Orada ne hukuk, kültürünü ne de kültür, hukukunu oluşturabilir. Hukuk, hakkın değil haksızlığın temeli üzerinde yükseltilirse ortaya kaos çıkar. Kaos, hukuksuzluğu daha fazla azdıracağından yolsuz, düzensiz, belirsiz ortamın karışıklığı içinde; korkunun, gücün, zorun egemenliği tüm toplumu kuşatır. Korku ve yıldırmayla sağlanan koyu sessizlik, içten içe müthiş öfke ve huzursuzluk köpürtür.

    Hukukun ancak dar bir zümrenin hak ve çıkarlarını gözetir tarzda var olması, hukuk toplumu olmanın göstergesi için yeterli değildir. Hukukun herkes tarafından benimsenen biraz önce sözünü ettiğim ortak tarih, kültür ve medeniyet tecrübesine dayanan meşrû dayanaklarının olması gerekir.

    DEVLETİN İNSANI MI, İNSANIN "DEVLET"İ Mİ?

    Biz insanlar çoğu zaman, çoğu yerde zulmün şatolarını hukukla inşa etmişizdir. En üst ve ileri hukuk metinleri olarak anayasalar, nereden gelirse gelsin bu tür absürt zorlamaların vuku bulması hâlinde sosyal barışı sağlamak için vardır. Esas olan insandır. Burada devlet 'hangi insan?' sorusunu soramaz, sormamalıdır. Tercihlerinde, hayat tarzında, inançlarında, kültürünü yaşamada, sosyal-siyasal faaliyetlerinde özgür iradesiyle hareket edebilen ve özgürce karar verebilen özgür insan!

    Bu etkinlikler, insan gerçekliğinin tabii tezahürüdür. Devletin, insan tabiatını ve özgür eğilimlerini değiştirme görevi olmaz, olmamalıdır. Aksi durumda devlet, toplumun huzurlu yaşaması için işleyen en üst siyasal sivil toplum örgütü olmaktan çıkar, doğrudan doğruya devasa bir şiddet örgütüne dönüşür; kendi ideolojisini veya doktrinini "militarist" yöntemlerle zorla dayatır. Onların istediği tipte ve anlayışta, onların kabul edeceği düşüncede olmayanlar; hayatın dışına itilir, cezalandırılır. Örgüt yönetiminin resmi onayından geçmemiş düşünceler, sözler, davranışlar içinde olamazsınız. İstediğiniz gibi giyinemez, istediğiniz insanlarla bile birlikte olamazsınız. Bunlar suçlanmanız için yeterli sebepler, daha doğrusu bahaneler olabilir.

    Devlet, diktatör karakterli kimi insanların bir örgüt yapılanması içinde hiçbir meşrû dayanakları olmadan, hangi maksatla olursa olsun halka baskı ve işkence yapma, insanları yıldırma aracına dönüşemez. Dönüşürse bunun adı faşizm olur, komünizm olur. İnsanlık iki büyük savaş ve sonrasında soğuk savaş yıllarının o salgına dönüşen dehşetiyle şuur altında hâlâ korkunç derin izler taşıyan kâbusunu unutmadı. İnsanınızın iyiliğini esas aldığınızda hiçbir ideolojik keskinliği dokunulmaz tabulara dönüştüremezsiniz. Buna kimsenin, ama hiç kimsenin hakkı yoktur.

    Birileri toplumu kendi tasarılarına uygun olarak 'adam etme' sadizmini zorba uygulamalarla siyasete ekleyince; ortaya bastırılmış, kıstırılmış, ezilmiş, burkulmuş, bölünmüş, örselenmiş, incinmiş, yarım kalmış duygular sahibi insanlarıyla kocaman hasta bir toplum çıkıyor. Bu uygulamalar baştan başa bir ülkeyi tımarhaneye, yarı açık ceza evine, bir toplama kampına dönüştürür, dönüştürmüştür. Bir şiddet örgütünün yaptığını ya da ancak bir şiddet örgütüne yakıştırılacak yasak uygulamaları devlet yapınca, üstelik kitlesel boyutta yapınca yasal olmaz. Bir uygulamanın yasal ya da yasaya uygun olması meşrû olması anlamına da gelmez.

    YASALAR, İNSAN İÇİNDİR

    Zorba yönetimlerin de yasaları, tasaları, "kasa"ları ve "kasap"ları vardır. Lenin'in, Stalin'in, Franko'nun, Hitler'in, Şaron'un, Saddam'ın da yasalarını, tasalarını, "kasa"larını ve "kasap"larını şöyle bir gözünüzün önünden geçirivermeniz kâfidir.

    Ama onların yasaları, bir bakıma gasp ettikleri yönetimle ezdikleri halkların isteklerine ne kadar uygundu? Yani diktatörlerin de yasaları olur; onların yasaları kitlesel şiddetlerine konjonktürel kılıf hazırlamak, görünürde bir dayanak bulmak içindir. Baskı ortamlarında yasalar yasaklarla özdeşir. Toplumu bunaltan, düşü, düşünceyi, sevgiyi, üretimi, kısacası tüm hayatı boğan yasaklar yasaların teminatı altındadır!.. Bu yasalar halkın ya da ülkenin tarihsel, kültürel, geleneksel gerçeklerine ters düştükleri için meşru değillerdir. Her şey bir yana, hayatın canlı akışına, işleyişine uygun değillerdir.

    Hangi ideolojik saik ve sebeple yapılırsa yapılsın bu tarz baskıcı, kazuistik yasalar topluma deli gömleği giydirmekten, insanları zincirlemekten farksızdır. Denilir ki, iyi ama 'efendim bu yasalar üstün proletaryanın burjuvaya karşı çıkarlarını korumak için...ya da üstün insan olarak yüce ulusumuzun egemen ve mutlu yarınları için.. veya laik, çağdaş, ileri bir toplum olarak muasır medeniyetler seviyesine çıkmamız için..' Şunun içindir, bunun içindir ama etiyle, kanıyla; hayaliyle, gerçeğiyle; korkularıyla, ümitleriyle işte capcanlı karşınızda duran insan için değildir. Hep aynı otokratik mantık. Hep aynı mantıksızlık... Bunun için, bütün o içinler, onların olsun, diyorum.

    DEMOKRASİ, ÖZGÜRLÜK, ÇAĞDAŞLIK: KAN, GÖZYAŞI VE TECAVÜZ OLURSA...

    Aynı retorik devam ediyor. Amerikalıların başkanı olan Bush da Irak'a demokrasi ve özgürlük getirmek için aynı yalanları sıralıyor. Şimdi Iraklı kardeşlerimiz özgürlük ve demokrasiyi, mutlu, çağdaş dünyayı, eşi görülmemiş katliamlarla anar ve anlar oldular. Bugün işgali en korkunç boyutlarıyla yaşayan Iraklıların gözünde demokrasi, özgürlük, çağdaşlık en aşağılık ve onur kırıcı işkenceler; genç, yaşlı, kadın, erkek, kız, çocuk demeden ölüm, kan, tecavüz, talan, çığlık, gözyaşı demektir. Özgürlük en masum canları paramparça eden bomba olup patlamaktadır. Demokrasi göz yaşlarından kan olup akmaktadır. Ve yine demokrasi hesabı sorulacak bir yalan, özgürlük gidişi çok feci olacak bir geliş demektir.

    HUKUK, OLGUNLUK VE NORMALLEŞME

    Devlet aygıtı olarak işlerlik kazanan sistem, insanların ortalama isteklerini karşılar, kabul edilebilir çıkarlarını gözetir. Bilinmesi gereken ilk ve en basit ilke, yasaların umumun maslahatını korumak olduğu gerçeğidir.

    Özetle... Yasalar insana, insanî değerlere saygılı, toplumsal gerçekliklere uygun olmalıdır. Ancak sömürgeci işgalcilere yakışacak anlaşılmaz bir mantıkla, insanımıza hayatı zehir etmek gibi şedit, karanlık bir amaç güdülmüyorsa, yine insanımızın hayrına olmayacak bir program yürütülmüyorsa; özgüvenimiz, olgunluğumuz varsa yasalarımızın yasaklar manzumesi olmaktan çıkarılması, kendi dinamikleriyle akıp giden gelişmeleri engelleyici değil, düzenleyici hale getirilmesi zorunludur. Yasalar bir toplumun olgunluk seviyesinin bariz göstergesidir. "Geri" toplumların ileri, "ileri" toplumların geri yasaları olmaz. Siz istenen olgunluk seviyesine, yani birbirinizin hak, hukuk ve özgürlüğüne saygı duyma bilincine ulaşmışsanız, yasalara bile gerek kalmayabilir. Türk toplumu tarih, kültür ve medeniyet birikimiyle yeteri kadar, hatta fazlasıyla olgundur. Yeter ki kendimizi gerçekleştirmemizi engellemeyelim, kendi kendimizi bağlamayalım.

    Yasalara bağlı olmak, hukuka saygılı olmak çok mu zor? Keyfiliklerin sık sık hukukun sınırını zorladığı ülkemizde hukuk toplumu olmaya ne çok ihtiyacımız var değil mi? Bu yönde sağlanacak başarı, Türkiye'nin gerçek anlamda normalleşmesi demek olacaktır.

    *Hukukçu, Edebiyatçı, Yazar

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi