T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 17 ŞUBAT 2006 CUMA | ||
|
Şu günlerde Ankara'da diplomasi trafiği oldukça yoğun. Önceki gün gelen Almanya'nın yeni Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier'in ardından dün de ABD'nin Uluslararası Enerji Ajansı nezdindeki büyükelçisi Greg Schulte Ankara'da temaslarda bulundu. Yine dün Hamas heyeti Ankara'ya geldi ve Dışişleri ile teknik düzeyde görüşmeler yapıyorlar. Kuşkusuz bu trafiğin ağırlıklı bölümünü, İran'ın nükleer çalışmaları bağlamında İran'a karşı başlatılan "küresel abluka" oluşturuyor. Özellikle Amerikan cephesi, tıpkı Irak krizi öncesine benzer bir takvimle İran'ı vurma hesapları yapıyor. Avrupa Birliği ise çaresiz. Bugüne kadar stratejik anlamda, bağımsız bir "dünya gücü" olma yolunda hiçbir ciddi adım atamadığı için, şimdi küresel bir inisiyatif alabilmesi de söz konusu değil. Çünkü, kendi başına küresel politikalar oluşturmak için ne "stratejik mecali" var, ne de birlik içinde dayanışma ruhu... Dolayısıyla, bir takım cılız itiraz sesleri dışında istese de istemese de Amerika'nın kuyruğuna takılmak zorunda. İşte şimdi Ankara'da, coğrafyamızda sıcak gelişmelerin yaşandığı ve böylesine kırılgan bir uluslararası tablodan Türkiye'nin salimen nasıl çıkacağının hesapları yapılıyor. Her an dünyanın başını belaya sokmaya hazır bir "küresel çılgınla" baş etmek ve hele de böyle bir dönemde hükümet olmak elbette kolay değil. Çünkü mevcut Amerikan yönetimi, politikalarına itiraz eden herkesi "düşman" ilan ediyor, hatta Amerika'nın düşmanı olan herkese de düşman olmanızı istiyor. AK Parti iktidarı, geçen üç yıllık süre içinde "tezkere krizi"nde olduğu gibi zaman zaman zikzaklar çizse de, Türkiye'nin başını önüne eğdirecek dış politika hataları yapmadı. Bir kere Türkiye, içinde yer aldığı bölgenin koşulları itibariyle, hem bu bölgenin kendine yüklediği "sorumluluklar"a göre hareket etmek, hem de "küresel aktörler"le iyi geçinmek zorunda. Dolayısıyla, Türkiye'deki hiçbir siyasal iktidarın, bölgesel ve küresel sorumluluklarını hesaba katmadan öylesine "gazozuna kabadayılık" yapmak gibi bir lüksü olamaz. Bu bakımdan, AK Parti iktidarının şimdiye kadar özellikle dış politikada doğru notalara bastığını söylemek mümkün. Mesela, Başbakan Tayip Erdoğan son Amerika gezisinde, Suriye konusunda "Türkiye'ye yakışan" bir bakış açısını öne çıkarması bu tutumun en önemli göstergesidir. Şimdi Türkiye'yi yeni ve zor bir süreç daha bekliyor. Yanıbaşımızda ısınmaya başlayan "İran krizi" her ne kadar bizim irademiz dışında gelişse de bizi doğrudan ilgilendiriyor. Eminim ki Ankara, bu süreçte de yine dengeli ve ağırbaşlı bir dış politika zemininden ayrılmayacaktır. Nitekim, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün geçtiğimiz hafta "Türkiye'nin komşularına karşı bir saldırı içinde olmayacağı" açıklaması, Türkiye'nin "İran krizi"ne ilişkin rotasının ipuçlarını veriyordu. "İran krizi" sürecinde, Türkiye için en hassas ve kırılgan nokta, krizin iç politikaya dönük yansımaları olacaktır. Çünkü, Irak işgali döneminde yaşananlar da gösterdi ki bölgemizde yaşanan krizler, Türkiye'deki "ulusalcı dalga"yı besleyen ve hatta azdıran bir özelliğe sahip. 2007'de cumhurbaşkanlığı seçimi var ve ülkedeki belli mahfiller, her olaydan "siyasi kriz" üretmek için tetikte bekliyor. Bölgemizde meydana gelebilecek sıcak bir gelişmeyi, içerideki "kriz lobileri" ve "ulusalcı dalga" ile toplayıp çarptığımızda, önümüzde uykularımızı kaçıracak günler bizi bekliyor demektir. Dolayısıyla şimdi siyasi iktidar, Türkiye'nin iç dinamiklerini de dikkate alarak, küresel aktörleri küstürmeden, aynı zamanda "ulusalcı dalga"yı da azdırmadan zor bir koridorda diplomasi yürütmesi gerekiyor.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |