T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 16 TEMMUZ 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv
  Favorilere Ekle
  Giriş sayfası yap

  Yeni Şafak'ta Ara
 

EKONOMİ-TOPLUM
Mustafa ÖZEL

Stratejist analiz yapar mı?

Stratejiden söz etmek, savaştan söz etmektir. Savaştan muzaffer çıkabilmek için, hesap yapmak yetmez. Hasmınızın hesabını da bilmelisiniz

Strateji, suyunu çıkardığımız anahtar kelimelerden biri. Bir televizyon kanalına post serebilen her 'uzman', kendini 'stratejist' diye pazarlayabiliyor. Elindeki uzun çubuğu bir harita üzerinde dolaştırıp, "jeopolitik ve stratejik çıkarlarımız şunu gerektirmektedir ki!" diye ahkâm kesen emekli "üst düzey yöneticiler", hakikatte kahvehane lakırdısı olamayacak sözlerden öte bir şey söylemiyorlar.

Stratejiden söz etmek, savaştan söz etmektir. Savaştan muzaffer çıkabilmek için, hesap yapmak yetmez. Hasmınızın hesabını da bilmelisiniz. Kısacası, strateji "hasmının hesabını hesaba katarak hesap yapmaktır."

Yirminci yüzyıl ortalarında, strateji sadece siyasi ve askerî bir kavram olmaktan çıktı. İşletme biliminin de anahtar kavramlarından biri haline geldi. Bu kutsal kâseyi Amerikan işletme yöneticileri 1960'larda keşfettiler. Igor Ansoff'un Corporate Strategy başlıklı kitabı 1965 yılında yayımlandı. Yazara göre, strateji belirlemede anahtar kavramlar analiz (özellikle bulunduğunuz yer ile ulaşmak istediğiniz yer arasındaki farkın analizi) ve sinerji idi. Igor Ansoff'un "onbeş yıllık ter, debelenme, tebessüm ve zaman zaman yaratıcı dehâsının" eseri olan Stratejik Başarı Paradigması, işletmelerin maruz kaldığı "çalkantı düzeyi"nden yola çıkarak, onları zafere götüren yol haritasını çiziyordu. Paradigmanın beş anahtar ilkesi şunlardı:

  • Bütün şirketler için geçerli bir evrensel başarı formülü yoktur.
  • Bir şirketin başarısı için gerekli stratejiyi zorlayan sürükleyici değişken, şirketin içinde bulunduğu ortamın çalkantı düzeyidir.
  • Stratejisinin ataklığı, ortamının çalkantısıyla başa çıkacak şekilde ayarlanmadıkça, şirketin başarısı optimize edilemez.
  • Aynı şekilde, yöneticilerin yapabilirlikleri de ortamın çalkantısıyla ahenkleştirilmedikçe şirketin başarısı en üst düzeye çıkarılamaz.
  • Beraberce bir şirketin başarısını belirleyen anahtar iç değişkenler sırasıyla aklî, psikolojik, sosyolojik, siyasî ve antropolojiktir.

    Güneş altında yeni birşey olmadığından, strateji de Ansoff'un kendi icat ettiği bir kavram değildi. Yunan dilinde komutanlık anlamına gelen strategia, 1688 yılında İngiliz sözlüğüne girdi: strategie. James'in Askerlik Sözlüğü'ne (1810) göre, düşmana karşı acil tedbirler anlamındaki taktiklere karşı, strateji "düşmanın görüş alanının dışında" yapılan şeylerdi. Kelimenin kökeni Sun Tzu'nun M.Ö. 500'lerden kalma Savaş Sanatı'na kadar geri götürülebilir. Tzu'nun kitabının son yıllarda Batı yöneticilik dünyasında 'bestseller' haline gelmesi sebepsiz değildir. Bu kitap gizemli strateji dünyasının mahiyetine dair aforizmalarla doludur; kimi uygunsuz, kimi fikrimizi pekiştiren aforizmalar.

    Stratejiye gösterilen ilginin ateşleyicisi analiz (tahlil/çözümleme) oldu. Çağdaş yöneticiler, analiz edilemeyen şeylerin yönetilemeyeceğini varsayarlar. Fakat, Ansoff'un da tesbit ettiği gibi, etkin analiz etkin (hatta uygun) uygulamayı teminat altına alamaz. O kadar ki, bütün analizler sizi saçmalığın daniskası sonuçlara bile götürebilir. Bu sadece iş dünyasıyla sınırlı bir mesele değildir. İngiliz Başbakan Harold Macmillan'a işinin en zor yanını sorduklarında şöyle cevap vermişti: "Olaylar, çocuğum, olaylar." Analiz bize olayları dikte edemez.

    Analize bel bağlamanın yol açtığı iki temel sorun vardır. Birincisi, tamamen teknikten ibaret olmasıdır. Yanıltıcıdır ve insanı dışlamaktadır. Bilgi çağını bırakın, sanayi çağında bile böylesine insandan uzak bir yönetim anlayışı çelişkilidir. İkinci sorun daha temellidir. Daha fazla analizin daha güvenilir sonuçlar doğuracağına inanılmaktadır. Analiz yetersizse, yönetici kendini suçlu hissetmeye başlar. Yetersiz verilerle bir stratejiyi nasıl ortaya koyacaktır? Suçu hafifletmek için analize biraz daha devam eder. Süreç, karar vermeyi boyuna erteleyerek sürüp gider. Suç stratejiyi sürükler, analiz ise ateşler. Süreç zaman alıcı ve zahmetlidir. Sonuçta muharebeyi kazanabilir, fakat savaşı kaybederiz!

    Netice: Analiz yapın. Fakat analizin dikte ettirdiklerinden çok; akıl, tecrübe ve sezginize güvenin!

    Yönetici okumaz, konuşur!

    Yöneticiler, sözlü malumatı sayısal olanına, konuşmayı okumaya tercih ederler. Malumatı fıkra, mesel, menkıbe bazında toplarlar. Büyük tasarım tarzı kararlardan sakınırlar

    Yönetici ve girişimcilerin yönetim tarzlarının gelişimine dair üç farklı düşünce okulu olduğu söylenebilir. Bunlara rasyonalist (akılcı), evrimci ve süreçsel okullar diyoruz. Elbette başka tasnifler de mümkündür, fakat bu üç okul diğer birçoğunu kapsamaktadır.

    Rasyonalist okul düşünce ile eylemi ayrı ayrı sistemleştirir. Bu tutumun arkasındaki dile getirilmeyen varsayım şudur: Bir tek en iyi çözüm vardır ve stratejistin işi eldeki sınırlı kaynaklarla bu çözüme mümkün olduğu kadar yaklaşmaktır. Stratejist bütün örgüt hesabına düşünür ve bir takım seçenekler arasında maksimum faydayı bulma süreci denebilecek optimal stratejiyi geliştirir. Optimal (en uygun) yola karar verdikten sonra, en uygun eylem tarzı ele alınır.

    Evrimci okul rasyonel düşünce alanının ötesine gider ve örgütsel davranışın karmaşık mahiyetini öne çıkarır. Strateji, ortaya çıkan davranışa dair bir perspektiftir; başarılı strateji ancak geriyedönük olarak biçimlendirilebilir. Bu teorinin öngörü gücü zayıftır. Bilhassa proaktif yöneticiler evrimci yaklaşıma fazla itibar etmezler.

    Süreç okulu orta yolu izler. Sadece rasyonel düşünme yoluyla optimal stratejilerin geliştirilemeyeceğini belirtmekle beraber, yöneticilerin örgütleri daha esnek, uyarlanabilir ve hatalardan ders çıkarabilir kılacak süreçler meydana getirebileceklerini vurgular. Başarılı bir sürecin nihaî testi örgütün başarılı evrimci davranışıdır. Fakat bu davranışa etki edilebilir. Bu yüzden süreç okulu "değişim yöneticiliği" literatürüne fazlaca bel bağlar.

    Bu üç okul, örgütlerin algılanma biçimleri bakımından ayrılırlar. İnsanlar kendi örgütlerini mecaz yoluyla, onları tabiattaki benzerleriyle kıyaslayarak anlarlar:

  • Rasyonalist paradigma örgütü bir makineye benzetir.
  • Evrimci paradigma ekolojiktir.
  • Süreçsel paradigma canlı bir organizmaya atıfta bulunur.

    Hakikat şu ki, bu üç paradigma aynı karmaşık olgunun üç veçhesine işaret etmektedir. Hünerli ve intibak yeteneği yüksek örgütler, bu yaklaşımların üçünden de yararlanır. Rasyonalist yaklaşımın bir takım üstünlükleri olduğu muhakkaktır; fakat büyük zaafı "insan" unsurunu çok mekanik bir tarzda ele almasıdır. Minzberg, yöneticilerin rasyonalist çerçeveye sığmayan davranışlarının çok güzel bir tasvirini sunuyor:
    Yöneticiler:

  • Sözlü malumatı sayısal olanına tercih ederler.
  • Konuşmayı okumaya tercih ederler.
  • Malumatı fıkra, mesel, menkıbe bazında toplarlar.
  • Başkalarının genel teorilerine itimatsızlıkları son haddindedir.
  • "Büyük tasarım" tarzındaki kararlardan sakınırlar.
  • Derecesi yavaş yavaş büyüyen kararlar vermeyi tercih ederler.
  • Bir bütün olarak stratejinin ortaya çıkmasına imkân verirler. Evrimci stratejist kendini örgütten ziyade fikrin ayakta kalmasına odaklar. Rasyonalistler de, evrimciler de örgütsel sürecin nasıl işlediğine fazla özen göstermezler. Süreçselciler ise dikkatlerini daha ziyade iç süreçlere yöneltirler. Onlara göre, süreci harekete geçirecek ilgili/ilgisiz her şey önemlidir.
    Şu olay bunu çok iyi dile getiriyor:
    Küçük bir Macar birliği Alp dağlarında tatbikat yapmaktadır. Bir teğmen komutasında bir iki manga asker öncü kol olarak gönderilir. Hemen ardından yoğun kar yağışı başlar ve askerler geri dönmezler. Artık tamamen umut kesildikten sonra, üçüncü gün birdenbire çıka gelirler. "Nerede kaldınız? Geriye nasıl dönebildiniz?" diye sorulduğunda: "Askerlerden birinin çantasındaki eski harita işimize yaradı," der Teğmen. "İlk hareket noktamızı yaklaşık olarak işaretledik, sonra bulunduğumuz yeri tahmin ettik ve yola koyulduk." Komutan, sözünü ettikleri haritaya bakınca şok geçirir: Alpler'in değil, Pireneler'in haritasıdır çünkü!

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi