T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 19 HAZİRAN 2006 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv
Yasin AKTAY

Avrupa'nın sınırı veya imkânı olarak İslam

AB Projesi ortaya atıldığı günden bu yana bir çok iddiaları açısından, özellikle evrensellik, laiklik, veya özgürlüklerle ilgili iddiaları açısından, henüz gerçek bir sınavla karşı karşıya kalmadı. Avrupa'nın evrensellik iddiası her zaman oryantalist zaaflarıyla malul olmuştur. Bu malullük artık AB projesi için çalışanların da gözardı edemedikleri bir özellik.

Polonya'daki konferansta özellikle Joseph Camilleri, Avrupa'nın Amerika ve İslam arasındaki üçgende en büyük sorunlarından birinin bu oryantalist zaafı olduğunu vurgulamaktan çekinmedi. Avrupa dünya tarihinde ve coğrafyasında gelmiş geçmiş bir sürü kültürden bir kültür ve medeniyetten ibarettir. Ama kendini evrensel değerlerin tek taşıyıcısı ve tek mirasçısı olarak görünce bu bakış kaçınılmaz oluyor. Kendisini Müslümanlarla belli bir mesafe içinde tutabildiği sürece bir sorun yok. Ancak AB sürecinde karşılaşmalar ve yüzleşmeler artıyor ve bu Avrupa-merkezci bakış açısının sürdürülmesi ciddi sorunlara yol açıyor. Her ne kadar eskiden de bir ölçüde böyle idiyse de, İslam artık Avrupa'nın kolayca kurtulamayacağı veya vazgeçemeyeceği bir gerçeğidir. Evrensellik talebinin mantıksal sonuçlarını izlemek istiyorsa, Avrupa İslam'ı veya Müslümanları da her düzeyde hesaba katan bir ayarlamaya gitmek zorundadır.

Avrupa'nın laikliği siyasal düzeyde bir barış projesi olarak gelişmiş ve bir bakıma toplumsal bir uzlaşma konusu olmuştur. Devletin farklı dinlere karşı tarafsızlığı ilkesini formülleştiren laiklik, şu âna kadar "farklı din" olarak sadece Hıristiyanlığın ve Yahudiliğin farklı mezheplerini tanımıştır. Çünkü Avrupa'nın gündeminde yakın zamana kadar başka bir din gerçeği yoktur. Bu dinler-mezhepler arasında tarafsızlığı sürdürmek şu âna kadar Avrupa'nın mevcut çıtasını zorlamış değil. Avrupa laikliğinin asıl büyük imtihanı gerçekten de farklı olan bir din olarak İslam Avrupa'nın bir gerçeği haline geldikçe ortaya çıkıyor. Şu ana kadar laiklik, kendisini son uçlarına kadar götürecek bir zorlamayla karşılaşmamıştır.

Avrupa tecrübe birikiminden neşet etmiş olan laiklik bu tecrübenin çok ötesinde evrensel bir formül olarak ifade edilmiştir. Buna rağmen, Avrupa tecrübelerinin dışına belki de ilk defa İslam yoluyla çıkmış oluyor. İlk defa Müslümanların din özgürlükleriyle ilgili gerçek sorunlarıyla yüzleşiyor.

Doğrusu bu ilk karşılaşmalardan yüzünün akıyla çıktığı söylenemez. AİHM'nin veya tek tek her Avrupa ülkesinin gündemindeki, Müslümanların din özgürlükleriyle ilgili davalarda çok iyi bir sınav vermiyor. Müslümanların dini duygularını hiçbir şekilde hesaba katmadan alınan kararlar, Avrupa'nın oryantalizm sorununu çok da kolay aşamayacağını gösteriyor. İslam Avrupa içinde geliştikçe paradoks olarak Hıristiyan kimliğinin keşfedilmesi ve yer yer buna dayalı fanatizmlerin canlanması ihtimali de yükseliyor.

Bu karşılaşmanın Türkiye tarafı da hareketsiz değil tabi. Türkiye iki yüz yıllık Avrupa yürüyüşünün bu aşamasında epey zamandır ihmal ettiği sorunlarıyla yüzleşiyor. Mübadeleden bu yana ciddi bir gayr-ı Müslim nüfusu bulunmayan Türkiye'nin laikliği belki bu yüzden kendi halkının dinine karşı uygulanan bir bastırma siyasetinden öteye gitmemiştir. Oysa şimdi gerçekten farklı dinlere karşı bir tarafsızlık ilkesi olarak, yani yerinde uygulamanın gerekleriyle karşılaşıyor. Türkiye'nin de bu karşılaşmada Avrupa'dan daha başarılı olduğu tabii ki söylenemez.

Geçmişte belki en iyi bildiğimiz şeyi, yani Gayr-ı Müslim bir nüfusla nasıl yaşanacağını bile unutmuş vaziyetteyiz. Türkiye'nin gündemindeki gayr-ı Müslim nüfus sorunu Avrupa gündemindeki Müslüman nüfustan çok daha az. Buna rağmen Türkiye bu kadar az gayr-ı Müslim'in sorunlarıyla bile baş etmekte daha başarılı sayılmaz. Bunun en önemli sebebi, Türkiye laikliğinin işlevsel bir siyasal akla dayanmaktan ziyade ideolojik bir hissiyata dayanmasıdır.

Avrupa yolunda ilerledikçe bu sorunlarla daha fazla karşılaşacağız. Bu karşılaşmalar bizi laikliğin ideolojik olmaktan ziyade daha gerçek sorunlarıyla yüzleştirecek. Avrupa değerleri Türkiye ve İslam sayesinde kendi iddialarını ya gerçekleştirme imkanı bulacak veya bu karşılaşmanın yan etkilerine yenik düşerek içine kapanacak, münhasıran bir Hıristiyan kulübü olarak kalacak.

Görüyorsunuz Varşova konferansında sunulan tebliğlerin ayrıntılarında burada daha fazla ilerleyemiyoruz. Neyse ki bu tebliğler kitap olarak yayımlanacak hepsini okuma fırsatımız olacak.


Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi