T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 28 HAZİRAN 2006 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


Batı'daki İslam korkusu hayaleti

50 yıl içinde Amerikalılar, İslâm'ın ihtiyaç duyduğu aydınlanmaya İslâm'ı dönüştürecek, tahrif edecek ve dinamizmini öldürecek girişimlere öncülük edecek bu genç Müslüman kuşağı laikleşmiş, Batılılaşmış kuşağı övgüyle karşılayacak

Türkiye, vicdanını mı yitiriyor?
   İSMAİL ÖZ

İki yıl önce, Beyaz Saray'ın favori Ortadoğu uzmanlarından Bernard Lewis, Avrupa'nın bu yüzyılın sonunda bütünüyle Müslümanlaşacağı ve Arap Batı'nın, yani Fas, Tunus ve Cezayir'den oluşan Mağrib'in bir parçası olacağı uyarısında bulunmuştu. Şimdilerde "Avrupa Uyurken", "Avrupa'daki Tehlike" başlıklı kitaplar yayımlanıyor bolca Amerika'da.

BATILILARIN İSLÂM KORKUSU

Bu kitaplarda dile getirilen görüşler ve tavsiyeler özetle şöyle: "Durağan bir ekonomiye sahip Avrupa, göçmenlere iş alanları açamaz. İslâm karşısında sessiz kalmayı yeğleyen Avrupa İslamo-faşist aşırılığı ortadan kaldırmaya niyetli değil. Seküler Avrupa, dindarlıkla ve dindarlarla nasıl başa çıkabileceğini bilmiyor: Bazı Avrupa kentlerinde, camiye giden Müslümanların sayısı, Kiliseye giden Hıristiyanların sayısını çoktan geçmeye başladı. Avrupa, Müslümanlara daha iyi davranılan Amerika'nın eri[t]me potasını iyi incelemeli..."

Bu tür tavsiyeler, Avrupalı liderler tarafından dikkate alınmıyor. Ama benzer bir İslâm-korkusu pek çok Avrupalı arasında da oldukça yaygın. Terörizm bu korkunun bir parçası: Madrid ve Londra bombalamaları ve 11 Eylül saldırısı bu tür korkuları besliyor ama bu korkular çok daha geniş bir alanı kapsıyor: İki yıl önce Paris banliyölerinde patlak veren Müslüman ayaklanmaları; Danimarkalıların karikatürüne Müslümanların gösterdikleri öfke ve tepkiler; Hollandalı fim-yapımcısı Theo van Gogh'un öldürülmesi vs.

"Londralılaşma" korkusu Avrupa'daki aşırı sağ hareketlerin güçlenmesine yardımcı oldu. Ama politikanın öte yakasında da, savaş-karşıtı sol hareketlerle katı Müslüman hareketler arasında tuhaf bir ittifak kuruldu. Avrupalılar, bu konuda, Fransa'nın (başörtülü Müslüman çocukların devlet okullarında okumalarını yasaklamak gibi) katı entegrasyonist politkaları ile İngiltere ve Hollanda'nın daha hoşgörülü çokkültürlü yaklaşımları arasında sıkışmış durumda. 71 milyon Müslüman nüfusa sahip Türkiye'nin AB'ye girmesi konusundaki tartışmalar da yine bu konuyla ilintili tartışmalar.

TÜRKİYE'NİN AB ÜYELİĞİ

Bütün bu tartışmaların ortasında Avrupa'daki Müslümanlar, bir de büyük bir kuşaklararası çatışma sorunuyla boğuşuyorlar: Avrupa-İslâmı tartışmalarından hangi kriket takımının tutulacağına kadar pek çok konu, bu çatışmanın belli başlı alanlarını oluşturuyor.

Avrupa-İslâm'ı (Euro-Islam) kaygılanmayı gerektirecek bir şey mi? Bu kavram, aynı anda pek çok miti ve katı gerçeği içeriyor. Üretilen mitlerin çoğu, İslâm'ın Avrupa'daki gücüyle, potansiyeliyle ilgili mitler. AB'deki (Avrupa Birliği'ndeki), Müslümanların sayısı, 20 milyondan fazla değil. Ki, bu da AB'nin nüfusunun % 4'üne tekabül ediyor.

Bu rakam, eğer Türkiye AB'ye üye olacak olursa, birdenbire % 17'ye fırlayacak. Ne var ki, Avrupalılar, Türkiye'nin AB üyeliği konusunda Amerikalılardan daha gönülsüzler. Müslümanlara karşı öfkeyi besleyen Hıristiyanların ve agnostik [dindar olmayan, Tanrı inancı belirsiz olan] Avrupalıların rakamlarını dikkate aldığımızda bile 2025 yılında Batı Avrupa'daki Müslümanların oranı AB nüfusunun ancak % 10'unu teşkil etmiş olacak.

Kaldı ki, Avrupa'daki Müslüman nüfus, homojen bir nüfus da değil: Sözgelişi, İngiltere'nin Güney Asyalı Müslümanları, Fransa'nın Kuzey Avrfikalı Müslüman göçmelerinden ya da Almanya'nın Türklerinden daha az ortak özelliklere sahipler; diğer İngilterelilerle ise daha fazla ortak yanları var.

Yabancılaşma konusundaki tartışmalar, ilk bakışta göründüğünden daha karmaşıktır. Pek çok Avrupalı terörist, ya görece daha varlıklıdır; ya da topluma daha fazla entegre olmuştur. Sözgelişi, geçen yıl Fransa'nın banliyölerini ateşe veren Müslümanlar, camiye nadiren giden kişilerden oluşuyordu.

İslâm dünyasıyla yakın-bağları olan ilk kuşak göçmenler, Avrupa eğitimi almış çocuklarından daha az radikal görünüyorlar. Dahası, Müslümanlara karşı geliştirilen tavırlar ve politkalar da tek tip politikalar değil: Sözgelişi, tüm suçlamalara rağmen, ABD'nin FBI'nın Müslümanlara yaklaşımı, Fransız güvenlik güçlerinin Müslümanlara yaklaşımından daha yumuşak.

Bu gerçekleri göz önünde bulundurarak baktığımız zaman, en tehlikeli mitlerden birinin Avrupa'lı Müslümanların asimile edilmesi (eritilmesi) sorunu etrafında düğümlendiği gözleniyor: Bazı durumlarda entegrasyon politikaları çok ileri gidiyor ve abartılı bir şekilde uygulanıyor: Mesela Fransızların, okullarda başörtüsünü yasaklamaları, kesinlikle çok katı ve acımasız bir uygulamadır. Ama İngilizlerin politikaları da bir başka ucu temsil ediyor: Şu ân İngiltere'deki Müslümanların okullarının sayıları hızla artış gösteriyor.

Amerikalıların kilise-devlet ayırımı ve dînî hissiyatın türlü şekillerde ifade edilmesine karşı gösterdikleri hoşgörülü tavır, oldukça câzip. Ama Amerikalıların artık tam bir mite dönüşen "erime potası" hikâyesi, burada kesin bir rehber olmaktan uzak: Çünkü pek çok Amarikalı-Müslüman, zencidir; ve pek çok Arap-Amerikalı ise Hıristiyan'dır.

Oran ve ülkeye yakınlık hissi bakımından belki de daha iyi bir kıyaslamanın örneğini, Amerika'daki Latino'lar oluşturuyor. Ama Avrupa'da hiç kimse Müslümanları dışarı sürecek duvarlar inşa etmekten sözetmiyor; henüz sözetmiyor.

Bütün bu hiperbolün ortasında iki katı gerçek özellikle göze çarpıyor. Birincisi, iş meselesi; ki, bu oldukça önem arzeden bir meseledir: Amerika'da ülkeye yeni göç eden birinin iş bulması kolaydır; ama refah'tan pay alabilmesi çok zordur. Avrupa'da bunun tam tersi geçerlidir: İşgücü pazarlarını deregüle etmek ["özelleştirmek"], başörtüsü sorunundan ya da karikatür krizinden daha az hissîdir ama daha esaslı bir meseledir.

İSLÂM'I DÖNÜŞTÜRME ÇABASI

İkinci katı gerçek şudur: Tıpkı Amerika'daki Latino'lar gibi Avrupa'daki Müslümanların geleceği de, genç Müslüman kuşaklara bağlı. Entegrasyon hakkındaki her tedirgin edici istatistik (mesela, Fransız hapishanelerindeki Kuzey Afrikalı gençlerin oranı, Fransız gençlerin oranına kıyasla babalarından dokuz kat fazladır); aynı zamanda rahatlatıcı rakamları da sunuyor: Mesela, genç Fransız Müslüman kadınlarının dörtte biri, Müslüman olmayan erkeklerle evleniyor. Yine Müslümanlar, İngiliz üniversitelerine akın ediyorlar ve Muhafazakâr Parti gibi [kolay kolay girilemez] kalelere adım adım sızıyorlar.

Önümüzdeki 50 yıl içinde Amerikalılar, İslâm'ın ihtiyaç duyduğu aydınlanmaya [İslâm'ı dönüştürecek, tahrif edecek ve dinamizmini öldürecek girişimlere-YK] öncülük edecek bu genç Müslümanlar kuşağını [laikleşmiş, Batılılaşmış kuşağı-YK] övgüyle karşılayacaklar.

Avrupa'nın İslâmî tecrübesi, Amerika'nınkinden farklı olacak: Coğrafya ve tarih, şimdiye kadar bunun böyle olduğunu gösterdi. Entegrasyon, çok zor bir iş. Ama en azından şimdilik, İslâm-korkusu hikâyelerinin bütün bir Batı dünyasında bir hayalet gibi kol gezdiğini görüyoruz.

(*) Bu başyazı, The Economist dergisinin 24 Hairan 2006 tarihli son sayısından çevrildi.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi