Türkiye'nin birikimi... | ||
|
Türkiye gibi karmaşıkSusurluk prenslerinden Yaşar Öz'ün, "Abdullah Çatlı'yı neden ihbar etmedin?" sorusuna, "Kimi kime şikayet edecektim? Adam zaten en üst düzey emniyetçiler ve siyasilerle ilşki içindeydi" cevabını verdiğinin gecesiydi... Neredeyye "tek başına Susurluk" olan Alaattin Çakıcı'nın ise ceza alabileceği tek suçtan dolayı 5,5 ay yattıktan sonra aramıza karışacağının kesinleştiği günün gecesi... MHP'nin Mesut Yılmaz'ı aklamak için "aklamıyormuş gibi görüntüleri verdiği" günlerin birinin daha bittiği, topu topu iki gün sonra ak koyun-kara koyunun belli olacağı günün gecesi... Yılmaz'ın, hakkında oy kullanacak vekillere, "aklıselim bekliyorum" diye pişkin mesajlar yolladığının gecesi... Avrupalı dostların(!) bizi Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği'nin dışında tuttuklarını ilan ettikleri günün de gecesi... Velhasıl... Milletçe epeyi gol yediğimiz bir günün gecesiydi... Ülke, tıpkı Birinci Dünya Harbi'nin meşhur masalında olduğu gibi: Almanlarla birlikte savaştığı için yenilen Osmanlı misali, başındakilerle birlikte yaşadığı için hak etmediği halde yeniliyordu. Ta ki, o meş'um günün finalinde birden bitiveren "mucize"ye kadar. Sabahtan akşama kadar kendi kalesine gol yağdıran bir ülkenin çocuklarının, yabancı bir diyarda attıkları iki golle milenyum Türkiye'sinin post-modern makûs talihine meydan okudukları ana kadar... Türkiye, Belçika'yı Belçika'da yenmiş; ikibin yılının, yani her türlü yeniden başlamanının, silkinip doğrulmanın miladının ilk kupasında, çeyrek finale kalmıştı. Herşeyi unutmanın zamanıydı. Çeteleri serbest, katilleri omuzda, vatandaşlık onuru yitik, politikacıları yasaklı, düşünürleri hapiste olanların zamanı. Soyulan, soyuluşunun hesabını soramayan; dövülen, suratına inen eli bir kez olsun tutamayanların zamanı. Ve yasaklanan, yasağın kara örtüsünü bir kez olsun kaldırıp atamayanların, hep yenilen bizlerin zamanı. İki golün peşindeki karnaval, işte bütün bu yenilgilerin acısını çıkarmak içindi. Bir şey daha vardı. Aslında Türkiye, istese her alanda yenerdi; istese galip gelir, istese "bu gelen Türklerin ayak sesleri" dedirtebilirdi. Ama, yapamıyordu. Çünkü Türkiye, yüreği kıpır kıpır atarken sabahı başka akşamı bambaşka, kafası karışık ve gövdesi hantal bir ülkeydi. Problem de buradaydı... Hantal gövdenin esiri olan aklı yüreğin sesini duyamıyordu.
mkaraalioglu@yenisafak.com
|
|
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|