YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

 

 

Başkalarının gerçekleri

Çetin Emeç'in, Türk basın tarihine geçen, "İstihbarat örgütleri 'büyük kardeşe büyük, küçük kardeşe küçük pay' usulüyle çalışırlar" sözünü hangi olaydan sonra sarf ettiğini hatırlıyor musunuz? Hatırlatayım: Yönettiği Hürriyet, "PKK'nın dağ kadrosu" başlığıyla dev bir fotoğraf yayınlamıştı. Özal'ın "Çöktü" dediği PKK'nın Türkiye içinde bir yerlerde toplantı yaptığını ispatlıyordu gazetenin bir muhabiri tarafından çekildiği duyurulan fotoğraf... Ertesi gün, henüz aynı grup içinde 'kardeş' haline gelmemiş Milliyet, o fotoğrafın çok önceden çekildiğini, 'dağ kadrosu' diye yansıtılan kişilerin bir çoğunun operasyonlarda öldüğünü fâş ediverdi...

Hürriyet yönetmeni Emeç, yanlışlığın sorumlusunun istihbarat örgütü olduğunu değişik üslubuyla bunun üzerine açıkladı. O zamandan beri istihbarat örgütlerinin çalışma ilkesini biliyoruz: 'Büyük kardeşe büyük, küçük kardeşe küçük pay...'

Utanç verici sonucu bakımından benzer bir olay 1995 kasım ayında İngiltere'de yaşandı. Sunday Telegraph gazetesi, Libya lideri Kaddafi'nin oğlu aracılığıyla kalpazanlık yaptığını ve Batı paralarının sahtelerini bastığını yazdı o tarihte. Haberi kaleme alan gazetenin dış politika yazarı Colin Coughlin'in, kaynağını "İngiliz bankacılık yetkilisi" olarak bildirdiği halde, haberi MI-6 istihbarat örgütünden aldığı sonradan anlaşıldı. Olayın bir istihbarat operasyonu olduğunun anlaşılması için, vaktiyle MI-6 bünyesinde çalışmış David Shayler'in, İnternet üzerinden açıklama yapmaya başlaması gerekmedi. Kaddafi'nin oğlunun açtığı iftira dâvâsında, gazete, iddiasını ispatlayacak belgelerden yoksun olduğunu bildirmek zorunda kaldı. Ancak, bilginin 'hükümet tarafından' kendilerine ulaştırıldığında ısrar etti.

1998'de biten dâvâ sırasında olayın nasıl geliştiği öğrenildi. Dönemin dışişleri bakanı Malcolm Rifkind, muhabirin de bulunduğu bir yemekli ortamda, İran gibi ülkelerin ambargoyu aşmak için ihtiyaçları olan nakit parayı kalpazanlık yaparak elde ettiklerini söyleyivermiş... Muhabir Coughlin de, ertesi gün, temas halinde olduğu bir MI-6 ajanından ayrıntılı bilgi talep etmiş... Saatler süren görüşmede, istihbaratçı, Kaddafi'nin oğluyla ilgili iddiayı anlatmış, delil istendiğinde de -sonradan doğru olmadığı ortaya çıkacak- banka dekontları göstermiş... Bilgileri de, "Haberin kaynağı ben değilim ha" uyarısıyla anlatmış...

İstihbarat örgütünü 'kaynak' olarak kullanan gazetecilerin yüzlerinin sıkça kızarması doğal. İki meslek benzerlikler gösterse bile, bir istihbaratçı gazeteci kadar 'sağlamcı' olmak zorunda değildir; o duyduğunu kayıtlara geçirir, yanlış çıkacak olsa bile bunu yapar... Oysa, yazdığı geniş kitleler tarafından okunacak gazeteci, kullandığı kaynak ve elde ettiği bilgiden emin olmak zorunda...

Bu bilgiyi British Journalism Review adlı derginin son sayısında yazdığı makaleden aldığım David Leigh, kendisinin taraf olduğu bir başka olayı daha anlatıyor. Pazarlıklar İstanbul'da geçtiği ve İran'ı ilgilendirdiği için Türkiye'de de yankı bulmuş bir haberin encamı anlattığı... Independent gazetesinin dış haberler sorumlusu Leonard Doyle, istihbaratçı dostlarından, Glaskow'da pizza dükkânı işleten bir İranlı mültecinin zenginleştirilmiş uranyum ölçmeye yarayan bir ölçümetreyi ele geçirme çabası içine girdiğini öğrenmiş... "Nükleer bomba yapma peşindeki bir İranlı" haberi! Pizzacıyla İranlı nükleer bilimcilerin İstanbul'da gerçekleştirdikleri bir toplantının ayrıntılarını da sunmuş gazeteciye istihbaratçılar...

Kendisinin Glaskow'a gidip pizzacıyla görüşerek bulaştığı işi itiraf ettirdiğini, adı geçenlerin 'Batılı istihbarat örgütleri' tarafından izlendiğini haberde belirttiklerini söyleyen Leigh, "Buna rağmen hâlâ içim rahat değil; baştan sona doğrunun peşinde koşmuş olsak bile, gerçeklerin bütününü okurlarımızdan sakladık ve devletin ajanı gibi davrandık" demekten kendini alamıyor...

İngiliz istihbaratının, kaynağın gizlendiği sahte malzemeleri 'istekli' gazetecilere sunma uygulamasını İkinci Dünya Savaşından beri sürdürdüğünü yazıyor Leigh. O dönemde kurulan Sovyet-karşıtı bilgi araştırma bölümü (IRD), gazeteleri kullanarak, pek çok malzeme sağlamış İngiliz basınına. 1970'lerde, aslı astarı olmayan, "Rus denizaltısı IRA teröristlerine yardım sağlıyor" haberinin manşet olmasından sonra çıkan tartışmalar, IRD'nin kapatılmasıyla bitmiş...

İngiliz gazeteci, meslek dergisindeki makalesinde, istihbarat örgütlerinin ajanları gazeteci kisvesi altında başka ülkelere önderme uygulamasının tehlikesine de işaret ediyor... Bosna Savaşı sırasında, bir ara, bayağı 'ajan gazeteci' cirit atmaya başlamış Balkanlar'da... İtibarlı 'Spectator' dergisinde, Kenneth Roberts imzasıyla çıkan ve okuyanda, "Boşnaklar da Sırplar kadar suçlu, ne işimiz var orada" duygusu uyandıran iki makaleyi asıl adı Keith Robert Craig olan bir ajanın yazdığı sonradan anlaşılmış... Spectator, Roberts'in "BM Bosna danışmanı" olduğunu duyurmuş oysa... Leigh irtibat noktasını bulmuş: Derginin yönetmeninin kayınbiraderi bir üst düzey MI-6 yetkilisiymiş...

Benim gördüğüm şu: Bu tür ilişkilerin kimseye yararı olmuyor; baksanıza yıllar sonra bile olsa gerçekler bütün çıplaklığıyla yazılıyor; itirafçı edenler çıkıyor...


21 HAZİRAN 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Taha KIVANÇ

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...