AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Ölgün düşünceler

Kurt Gödel (28 Nisan 1906-14 Ocak 1978) XX. yüzyılın ünlü matematikçilerinden... Trajik bir hayatı var... Zekânın bedelini ödeyenlerden... Paranoya onun da sık sık kapısını çalmış... Doğumu değil sadece, ölümü de cenin halinde iken gerçekleşmiş. Öldüğünde ise 27 kilo kadarmış...

Avusturyalı iktisatçı Oskar Morgenstern 1965'de Gödel hakkında şöyle diyor:

-"Einstein bir keresinde bana, kendi çalışmasının kendisi için artık pek fazla bir anlam ifade etmediğini ve Enstitü'ye yalnızca Gödel ile birlikte eve kadar yürüme ayrıcalığını yaşamak için geldiğini söylemişti."

John L. Casti ile Werner DePauli, Gödel hakkında ilginç bir tesbit yapıyorlar:

-"Yeni binyıl kutlamalarının bir parçası olarak Time dergisi 20. yüzyılın en büyük 100 kişisinin listesini yayımladı. Bu listede en büyük matematikçi olarak seçimleri Kurt Gödel'di. Rastgele yüz kişi seçseniz ve onlara "Kurt Gödel'in kim olduğunu biliyor musunuz?" diye sorsanız, tek bir olumlu yanıt alamayacağınız hemen hemen kesindir."

Gödel yeterince tanınmıyor, bu doğru. Halk dirileri sever, ölü düşünürlerle pek işi olmaz. Akademik camia ise halktan daha acımasızdır. Mensuplarını itibarlı kılmak için onların ölmelerini bekler. Akademi için bilimadamlığı makbuldür, şu veya bu bilimadamı değil. Çünkü ölülere gösterdiği sahte itibar, Akademi'nin değişmez alışkanlıkları arasındadır.

Ne garip değil mi, büyük düşünürlerin sözleri onlar yaşarken değil, bilakis ölünce kıymet kazanıyor. Acaba düşünceleri olgunlaştıran ölüm mü? Galiba öyle. Çünkü olgun/ölgün düşüncelere itibar göstermek, itibar gösterilenlerin değil, bu düşüncelere itibar gösterenlerin işine yarıyor. Diri düşünürlere yapılan atıflar, atıf yapanlar yerine kendisine atıf yapılanın hanesine yazılıyor; zira atıf yapılanın güçlendiği, atıf yapanın ise zayıfladığı varsayılıyor. Oysa ölü düşünürlere yapılan atıflarda durum tam tersi imiş gibi.. Bu durumda atfın, atıf yapılanın değil, atıf yapanın marifet hanesine kaydedileceği düşünüldüğünden, "şu diyor ki", "bu diyor ki" ön-ekleriyle başlayan cümlelerin sadece konuşanı değil, konuşturanı da güçlendirdiğine inanılıyor.

Akademi'de ne zaman "Atıf serbest!" denebilir? Atıf yapılan ölünce. Büyük düşünürlerin yazdıkları ile okurlar arasındaki en büyük engel, o düşünürlerin kendileridir. Bir metnin okur tarafından itibara lâyık görülebilmesi için, yazarın metinle okur arasından çekilmesi gerekir. Çünkü yazar ölünce, sadece atıf değil, atış da kendiliğinden 'serbest' hale gelir. Özgürleşmek isteyen okur, ne yazık ki yazarını öldürmek isteyen okurdur. Yorumun yazgısı bu! Çoğu kimse "Beni yanlış anlamışsın!" diyen bir otoritenin varlığından haz duymaz. Nitekim yorumu güvence altına almak için otoriteleri ölüler arasından seçmek, sanılanın aksine genellikle sonuç verici bir yöntem olmuştur. Önce öldür, sonra konuştur. Çünkü sadece ölüler "Konuşmak istemiyorum" diyemezler.

Her neyse, bu sevimsiz bahsi kapatıp bir bilimadamının dünyada olup bitenleri kavrama biçimini açık kılacak bir anektod aracılığıyla tebessüm etmeye çalışalım. Böyle bir tebessüme sahip olabilmeniz için ihtiyacınız olan tek şey biraz nezaket. O halde aşağıdaki anlatıyı nezaketle okuyunuz:

-"1948'de Gödel, Amerikan vatandaşı olmaya karar verdi. Vatandaşlık görüşmesine hazırlanırken de ABD Anayasası'nı -her işte yaptığı gibi- ayrıntılı bir şekilde inceledi. Görüşmeden bir gün önce Gödel, dostu ünlü iktisatçı Oskar Morgenstern'i arayarak büyük bir heyecan ve korku içinde ona "Anayasa'da mantıksal bir kusur, Amerika Birleşik Devletleri'nin bir diktatörlüğe dönüşmesine neden olabilecek bir açık bulduğunu" söyledi. Ertesi gün Einstein ile birlikte Gödel'in şahitlerinden biri olacak Morgenstern, ona "bunun son derece varsayımsal ve uzak bir olasılık olduğunu" söyledi. Ayrıca ertesi gün yargıçla yapılacak görüşme sırasında bu konuyu gündeme getirmemesi konusunda Gödel'i uyardı.

Ertesi sabah Einstein, Morgenstern ve Gödel, vatandaşlık görüşmelerinin yapıldığı New Jersey eyaletinin başkenti olan Trenton'daki federal mahkemeye doğru yola çıktılar. Rivayete göre, Princeton'dan Trenton'a giderken Einstein ve Morgenstern anlattıkları gülünç öykülerle Gödel'i rahatlatmaya çalıştılar. Görüşmeyi yapan yargıç, Gödel'in şahitlerinin kamuya mal olmuş etkili kişiliklerinden çok etkilendi ve hatta geleneği bozarak görüşme süresince oturmalarına izin verdi.

Yargıç, Gödel'e "Şimdiye dek Alman vatandaşıymışsınız" diyerek sözlerine başladı. Gödel bu küçümseyici ifadeyi Avusturyalı olduğunu söyleyerek düzeltti. Yargıç sakin bir şekilde "Ne fark eder, orada da kötü bir diktatörlük rejimi hüküm sürüyor. Neyse ki bu Amerika'da mümkün değil!" [deyiverdi.] Büyülü diktatörlük sözcüğünden sonra Gödel kendini tutamayarak "Tersine, ben bunun olabileceğini biliyorum. İsterseniz ispatlayabilirim" diye haykırdı. Gödel'i sakinleştirmek ve 'keşfi' hakkında ayrıntılı ve uzun bir söylev vermesini önlemek için yalnızca Einstein ve Morgerstern değil, yargıç da büyük bir çaba harcadı." (John L. Casti-Werner Depauli, "Gödel: Mantığa Harcanmış Bir Yaşam", s. 96-97, İstanbul, 2004)

Bilmek çabasını trajedi haline getiren 'bildirmek'. Ne tuhaf, hiç kimse, Gödel'in bildirisini dinlemeyi istemedi, o da çaresiz sustu. Acaba yakınları konuşmasına izin verseydiler, ne diyecekti?

NOT: 27 Aralık 2004 Pazartesi günü saat 19.00'da Fatih Belediyesi ZübeydeHanım Kültür Merkezi'nde, bile isteye bildirmekten vazgeçmiş büyük bir dâvâ adamının, Mehmed Akif merhumun dostlarıyla buluşacağız.


26 Aralık 2004
Pazar
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED