AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Siyaset BOP işgali altında?

Türkiye'nin uluslararası sistem içindeki tercihlerini Amerikan-İsrail hattı ile AB hattı arasındaki dengeler içinde sınırlayan çok yüzeysel bir eğilim mevcut. Her yüzeysellik gibi bir çırpıda her şeyi çözdüğü varsayılan bir açıklama biçimine dönüşüyor.. Amerika'yı dengelemek için Avrupa Birliği ile ilişkileri geliştirmek veya tersinden AB'nin taleplerine karşı koymanın Amerikan-İsrail çizgisine düşmek anlamına geleceği türünden yaklaşımların gerçeklik payı ne olursa olsun, temelde, Türkiye'ye stratejik tercihler sunmuyor tam aksine Türkiye'yi ikili bir tercih kıskacına alıyor. Amerika-İsrail ittifakının bölge üzerindeki stratejik hesaplarının ancak AB ile dengelenebileceği varsayımı ile hareket edenler Atlantik'in iki yakası arasında mutlak bir 'stratejik çatışma'nın mevcudiyeti üzerinden hesap yürüterek bu önermede bulunuyorlar. Amerika ile Avrupa(Birliği) arasındaki rekabetin stratejik zıtlık-çatışma anlamında bir gerilim olduğu (en azından şu ana kadar) söylenemez. Hele bu rekabet içinde Türkiye'nin konumu ise; birine karşı diğeri türünden bir ilişki biçimine indirgenemez. Tekrarlamakta yarar var; Türkiye'yi bu ikili tercihle sınırlamak aslında Türkiye'nin elini kolunu bağlamak anlamına da gelebilir. Çünkü coğrafya, tarih ve kültürel etkileri nedeniyle Türkiye'nin stratejik konumu Atlantik'in her iki yakası için de aynı anlama geliyor. Bu anlamda Türkiye'nin mutlak olarak "Batı ittifakı" denilen tarafta tutulması stratejik önem kazanıyor. Daha açıklayıcı olması bakımından ABD'nin Türkiye'nin AB'ye alınmasındaki ısrarı sadece Birlik'in geleceğine yönelik niyetleriyle alakalı olarak açıklanamaz.. Amerika'nın nasıl bir AB görmek istediği ile Türkiye'nin AB'ye alınmasını istemesi arasında muhakkak bir ilişki var ancak; Amerika'nın AB'nin geleceği üzerinde hiç hesabı olmasa bile Türkiye'nin üyeliğini isteyeceğinden kimsenin kuşkusu olmasın. Türkiye kendi başına bırakılamayacak kadar 'önemli bir yer'de duruyor. Bu önemli yer, resmi söylemin dillendirdiği gibi sadece stratejik konumla sınırlı bir statik muhtevadan ibaret değildir. Öyle olsaydı iş çok daha basitleşirdi.

Sadece Amerika ve AB Türkiye'den üstlenmesini istedikleri role bakarak Türkiye'yle ilişkilerde stratejik çatışmanın değil stratejik bir ittifakın varlığından söz edilebilir ancak. Amerika'nın BOP çerçevesinde Türkiye'den beklentileri ile (derin bir kriz içinde olduğu söylenen) AB'nin hangi sebeplerden dolayı Türkiye'yi içine dahil etmek istiyor ya da reddediyor oluşundaki benzeşme üzerine yoğunlaşmadan söylediklerimizin anlaşılması mümkün değil.

Amerika'nın Türkiye'den BOP içinde belirleyici bir rol üstlenmesini istiyor oluşu ile AB'nin (bu tür roller biçecek kadar küresel güç olmadığı için) Türkiye'den İslam dünyasıyla ilişkilerinde üstlenmesini istediği öncü rol konusunda stratejik olarak 'Türkiye'nin yeri'ne ilişkin iki tarafın nasıl uzlaşı içinde olduğunu göstermeye yeterli. Zaten bu tür stratejik çatışmaya Avrupa'nın ne gücü ne de niyeti var. Irak konusunda bile diplomatik olarak olanca muhalefetine rağmen Avrupa'nın, işgal sonrası pastadan pay alma yarışına girmesi her şeyi göz önüne seriyor!

Bunun son örneği hükümetle Amerikan yönetimi arasında medya üzerinden yürütülen 'güven bunalımı diplomasisi'nin benzer yansımasının Avrupa kanadından geliyor olması bahsi geçen stratejik gerilimin Türkiye üzerinden nasıl ittifaka dönüştüğünü göstermeye yeterlidir sanırım. Varsayılan stratejik gerilime göre Amerika'yla arası bozulan Türkiye'nin AB ile daha iyi olması, Avrupa tarafının bunu değerlendirip daha yakın mesajlar vermesi beklenirdi. Oysa Amerikan basını gibi Avrupa ve özellikle İngiliz basını "Türkiye'yi yönetenlere neden güvenilmeyeceği" üstüne yazılar karalamakta gecikmediler.

Bundan sonra BOP mu?

Bu durumun günlük siyaset içinde en çelişkili yansıması hükümetin politikalarında gözlemleniyor. Özellikle son Beyaz Saray ziyaretinden sonra en üst düzeyde net şekilde telaffuz edilmeye başlanan BOP'a ilişkin verilen açık destek mesajları dış politikada yeni döneme girileceğinin işareti sayılmalı. Bir yanda ne olacağı belirsiz AB üzerinden topluma beklentiye sokulması ve daha da kötüsü tüm meşruiyetini bu beklentiden sağlıyor olması diğer yanda Amerika'nın başından beri dahil etmek istediği oyunda aktif olmaya hazır hale geldiğinin işaretlerini vermesi ikili strateji kıskacındaki Türkiye resmidir.

Amerika'ya Bush'la yapılan görüşmeden sonraki açıklamalarda ve özellikle Lübnan ziyareti sırasında verdiği mesajlarda Başbakan, daha net bir dille Büyük Ortadoğu Projesi'ni savunan bir dil kullanmaya başladı. 'Türkiye'nin Ortadoğu'da barış, demokrasi ve insan haklarının iyileştirilmesini amaçlayan BOP'u desteklediği' yönünde açıklamaların, diplomatik nezaket ifadelerini aşan biçimde ısrarla kullanılması Türk-Amerikan ilişkileri adına hükümetin tazelemeye çalıştığı 'stratejik ortaklık'tan neyin anlaşılması gerektiği konusunda yeterince kuşku verici.

Bu zamana kadar Amerika'yla ilişkileri sıcak tutmasına rağmen resmi olarak BOP'u savunmaktan kaçan hükümet yetkililerinin bundan sonra daha açık bir dille projenin yararlarına ilişkin bizi ikna etmeye çalışacağı anlaşılıyor. BOP konusunda hükümeti ikna eden Amerika'nın elinde ne türden araçlara sahip olduğunu tahmin edebiliyoruz. Ancak hükümetin bu konuda bizi ikna etmesi için ne türden gerekçeleri olduğundan emin değilim.

BOP çerçevesinde Ortadoğu'da daha demokratik, daha insan haklarına saygılı, şeffaf yönetimler geleceği yönündeki retorik zaten Amerika tarafından kullanılıyor. Hiçbir emperyalist güç bu kadar geniş bir coğrafyaya yönelik hesap yaparken bunu o bölgenin kaynaklarını talan etmek için yaptığını söylemez. Avrupa emperyalizminde olduğu gibi medeniyet götürmek için sömürgeleştirir ya da Amerika'nın yaptığı gibi demokrasi getirmek için… Bu toprakların insanı, bu tür kulağa hoş gelen bu tür sloganlara kapılmayacak kadar bir tarih bilincine sahip ve bozgunlardan, acılardan dersini alacak kadar yeterince tarihi tecrübeden geçmiştir.

Hükümetin AB konusunda kendi tabanını daha geniş ölçekte Batı karşısında kuşkulu geniş kitleleri ikna etmekte kullandığı gibi BOP için benzer argümanları kullanmasını meşru gösterecek hiçbir gerekçesi olamaz. Büyük Ortadoğu Projesi'ni meşrulaştırmak için üretilen sloganlar ne Amerika'nın küresel yağmacılığını gizleyebilir ne de hükümetin sorumluluğunu hafifletebilir. İnsan hakları, şeffaf yönetim gibi sloganlara sığınarak İslam dünyasını kuşatmaya çalışan güç karşısında gösterilecek en büyük zaaf, buna zihinsel olarak ikna olmamızdır. Amerika'nın daha iyi bir dünya vaadettiğine bizi inandırmak isteyenlerin Amerikan gücü karşısında direnme şansları hiç olmayacaktır.


21 Haziran 2005
Salı
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED