T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 16 HAZİRAN 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv
Ali Murat GÜVEN

"Kedisini canlı canlı yakan çocuk" videosu

Bir süreden beri, ne denli zaman fukarası olursam olayım, "sinemada şiddet" teması üzerine konuşma fırsatı bulabileceğim hiç bir kültür-sanat organizasyonunu kaçırmamaya çalışıyorum. Sayfamızda, bu hassas konuya istikrarlı bir biçimde değiniyor oluşumuzun yanısıra, 30 Mayıs 2006 Salı günü İstanbul-Atatürk Kitaplığı'nda bütünüyle söz konusu temaya odaklanan, "Sinemada Şiddet: Nereye kadar?" başlıklı bir söyleşiye katıldım. Ardından, TRT-2'deki "Sinema 7" programının yapımcılarından gelen çağrı üzerine, 8 Haziran Perşembe akşamı da yine aynı konuda dilimin döndüğünce bir şeyler aktarmaya çalıştım izleyenlere...

Bu konudaki çabalarım, bundan böyle de elimin kolumun erdiği en uzak noktaya kadar aralıksız sürecek. Çünkü, hiç bir ahlâkî ölçütle sınırlandırılmaksızın salt içgüdüsel bir zevk olarak yürütülen, mistik açıdan anlamlandırılmaya gerek duyulmamış "ot" gibi, "hayvanî" bir sinemaseverliği daha yıllar öncesinde külliyen reddetmiş durumdayım bir kez...

Son dönemlerde gösterime giren filmlere şöyle bir dönüp bakın... "Testere-1", "Testere-2", "e-Katil", "Vahşet Çetesi", "Kurt Kapanı", "Cehenneme Bir Adım", "Otel" (ki bu sonuncusu içlerindeki en iğrençleriydi) ve her biri vıcık vıcık kana, ölçüsüz bir şiddete bulanmış, hastalıklı akıllardan çıkma daha bir sürü B-kategori yapım... Şimdi bunlardan bir tanesi daha yolda; 1973 yapımı Tobe Hooper "klasiği" "Teksas Katliamı", sanki orijinali ve ardından gelen 3-4 devam filmi yetmiyormuş gibi, çok daha mide bulandırıcı efektlerle bir kez daha beyazperdeye uyarlandı, gelecek haftadan itibaren de sinemalarımızda gösterime girecek.

Pekiyi, bu gidiş nereye?

Ben size hemen anlatayım...

Gazetemizin görünmez kahramanları arasında yer alan bilgi-işlem servisimizin elemanları (ki sizler onları her gün sabaha karşı kusursuz bir düzen içinde yayına giren internet sitemizdeki yoğun emeklerinden tanıyorsunuz) benim "şiddet"e ilişkin takıntılı öfkemi çok iyi bildikleri için, internet âleminde dolaşırken karşılarına çıkan her türlü insanlık dışı fotoğraf ve filmden şahsımı tez elden haberdar ederler. Geçenlerde yine, interneti hallaç pamuğu gibi atan bu ekibin bana ulaştırdığı bir amatör video kaydını izleme talihsizliğine eriştim. Ve bir kez daha gördüm ki bu "şiddet" işine esaslı bir dizgin vurulmazsa, gerek ülke gerekse insanlık âlemi olarak, yakın gelecekte hâlimiz tek kelimeyle haraptır.

Film, yüzü görünmeyen 12-13 yaşlarındaki küçük bir çocuğun evindeki kediyi kucağına alıp sevmesiyle başlıyor. Bir başkası da -ki sesinden onun biraz daha büyük olduğu anlaşılmakta- amatör bir kamerayla kahramanımızı görüntülüyor. Çocuğun kediyi okşamasından, onunla geçmişe uzanan duygusal bir bağı bulunduğunu, yani daha açık bir ifadeyle kedinin o eve ait olabileceğini tahmin ediyoruz. Sonra bu genç adam, aynı kediyi, içinde bin bir zorlukla hareket edebildiği bir kuş kafesinin içine tıkıştırıyor. Hattâ, bunu yaparken bile sevmeye devam ediyor hayvanı. Ardından da üzerine, evden getirdiği bir şişeden ispirto ya da benzin türü yanıcı bir maddeyi boca ediyor. Kedi, bu yakıcı maddenin yüzüne gözüne bulaşması nedeniyle huzursuzlanmaya, çığlıklar atmaya başlıyor. Ancak çocuk hiç oralı değil; kendisini birazdan yaşayacağı "büyük heyecan"a iyice kaptırmış durumda. Ve sonrasında da...

Sonrası bir çocuk için tam olarak masumiyetin bittiği nokta. Çaktığı kibritle, kafesin içinde debelenen o bembeyaz sevimli kediyi âdeta bir ateş topuna dönüştürüyor. Kediden ölürken çıkan sesleri sizlere tanımlamam mümkün değil. Zaten aynı videoyu bir kez daha izlemeye kesinlikle içim elvermedi. Öte yandan, bana sözünü ettiğim kaydı ulaştıran mesai arkadaşım, evinde bulunan kedilerin ekrandan gelen bu ürkütücü sesler karşısında monitöre doğru koştuklarını ve oradaki kediye yardımcı olma refleksleri içine girdiklerini anlattı ki bu da olayın kanımı donduran bir başka yönüydü.

Bu zalim çocuğun milliyeti ne? Konuşmalardan tam olarak anlaşılmıyordu. Fakat inanın, bu aslında hiç önemli değil. Şu âhir zamanda, aynı türde davranışlar sergileyen çocuklardan artık ABD'de de, Rusya'da da İran'da da Japonya'da da Türkiye'de de bolca var. Siz, hiç çevrenizde kedilerin kuyruklarına teneke bağlayıp onları kovalayan, harıl harıl koşturup duran bir karınca kitlesinin üzerine basan, köpeklerin başlarına nefes almalarını zorlaştırıcı pet şişeler sokan ya da kuşları zevk için sapanla öldüren çocuklar görmüyor musunuz ?

Oysa, görünüm olarak en tiksinti verici olanı da dahil, yeryüzünde yaşayan hiç bir canlı, Allah'ın hiç bir kulu bu tür işkenceleri hak etmiyor. Ne dinen ne de ahlâken...

Buna karşılık, ne bir eksik ne bir fazla, şimdilerde işte tam olarak böyle bir nesil yayılıyor dünyaya... Ve bu hastalıklı neslin hemen ardında da "sinema" ile onun amcaoğlu konumundaki "televizyon" endüstrisi var. Hiç bir etik ölçüye bağlı bulunmayan, "Bir sonraki sefere ne yapsam da izleyicimi daha fazla korkutup manyaklaştırsam" diye kıvranan tüccar ruhlu sözde sanatçıların eline kalmış durumda insanlığın ortak belleği. Bir yandan Hollywood'dan, öte yandan da ona benzemek için yırtınan Uzakdoğu sinemalarından bütün dünyaya yayılan bu hastalıklı "gore" (kan gölü) filmleri, tıpkı artık hiç bir insanî değer ölçüsü kalmamış hard-porno sektörü gibi gözlerimizi ve ruhlarımızı alabildiğine kirletmeye devam ediyor. Olabilir, belki kendimize acımıyor olabiliriz; dahası yaşanan süreçten zevk bile alıyor olmamız mümkün. Ama bari çocuklarımıza acıyalım ve onları mutlak surette bu yoğun görsel kirlilikten uzak tutalım.

Bütün seri katiler ve ırz düşmanları bir zamanlar çocuktular. Bir biçimde onların çocukluklarına dönüp yaşadıkları ailevî ve toplumsal serüvenleri analiz etme şansı bulduğunuzda, bakın bakalım ne gibi travmatik deneyimlerle karşılaşacaksınız.

Sizi bilemem, ama ben çocuklarımı böyle bir dünyaya emanet etmekten artık ciddi ciddi korkar oldum.

* * *

1- Bu köşede son üç haftadan bu yana çeşitli sebeplerden dolayı yazı yaz(a)mıyordum. Bu süre zarfında öldük mü kaldık mı merak eden ve dostane mesajlarıyla hâlimizi hatırımızı soran bir kaç düzine dolayındaki okuruma teşekkür ederim. Merak etmeyin, herhangi bir sorun yok. Yalnızca yazı konsantrasyonumu engelleyici bir iş yoğunluğum vardı, hepsi bu...

* * *

2- Ağabeyimiz Kürşat Bumin, gazetemizde 11 ve 12 Haziran tarihlerinde yayımlanan iki bölümlük yazısında, -bir bölümde benim de adımı anarak ve ilgili bir yazıma atıfta bulunarak- Eurimages Türkiye eş temsilcisi sevgili dostum İhsan Kabil'e ilişkin -büyük ölçüde eleştirel nitelikli- bazı değerlendirmelerde bulundu. Eleştirilerinin odak noktasında ise Kabil'in geçtiğimiz günlerde Zaman'da yayımlanan, Cannes Film Festivali'nde gözlemlediği ahlâki erozyonu ele aldığı bir makalesi vardı. Kabil'in, özelde Cannes, genelde de sinema konusundaki "ahlâkçı" duruşunu biraz garipsemiş görünüyordu Bumin...

Bu vesileyle, İhsan Kabil'in savunduğu dünya ve sanat görüşünün son nefesime dek arkasında durmaya devam edeceğimi, durmak şöyle dursun, onu (bu köşe ve bu sayfa bende olduğu sürece) yazılarıma da ödünsüz biçimde yansıtacağımı bir kez daha ve altını çizerek deklare ediyorum.


Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi