T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 24 ŞUBAT 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Fatma Karabıyık BARBAROSOĞLU

Bir de bu mercekten bakalım...

Kadının biri İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretlerine çocuğunu getirir. "Hocam oğlum çok şeker yiyor. Nasihat etseniz de yemese" diyerek derdini açar. İmam Azam bir kadına, bir de çok şeker yediği için kendisine getirilen çocuğa bakar.

Kadın merakla hoca efendinin ağzından çıkacak sözü beklemektedir. Bir iki dakika geçtikten sonra, İmam Azam, kadına kırk gün sonra gelmesini söyler.

Kadın nasihat beklerken kırk gün sonra çağrılmasına şaşırır amma velakin hocanın elbet bir bildiği vardır diyerek, evinin yolunu tutar.

Kırk gün sonra yeniden İmam-ı Azam'ın huzuruna gelir.İmam Azam bu defa çocuğa derin derin bakar ve "Evladım çok şeker yeme" der.

Başka ... Başka bir şey yok. Kadın yine şaşırır. Sadece bir cümle söyleyecek idiyse niye kırk gün bekletti ki! İçine düşen merakı şaşkın bakışlarına emanet ederek yine evinin yolunu tutar. Umduğunu bulamamıştır. Hayal kırıklığına uğramıştır. Bir tek sözle nasihat mı olurmuş! Dua edeceğini, okuyup üfleyeceğini beklerken üstelik. Zaten kendisi de bütün gün oğlum şeker yeme demiyor mu?

Aradan birkaç gün geçer kadın yine çıkar İmam Azam'ın huzuruna. Bu defa mutlu ve meraklı. "Hocam" der "nasihatiniz işe yaradı. Oğlum artık eskisi kadar şeker yemiyor. Ama bunu demek için neden kırk gün beklediniz? İlk getirdiğimde nasihat etseniz olmuyor muydu?"

İmam-ı Azam Ebu Hanife'nin cevabı bütün çağları kuşatacak ibreti barındırır. "Ben de çok şeker yerim. Çocuğa şeker yeme diye nasihat edebilmek için önce benim şekeri bırakmam gerekiyordu. Kırk gün boyunca edeceğim nasihatı önce kendi nefsimde uyguladım. Ancak şeker yemeği bıraktıktan sonra çocuğa şeker yememesini nasihat edebilirdim."

II-

İstanbul'un ilçelerinden bir ilçe. Kaymakam Bey ile vatandaş arasında bir anlaşmazlık alanı doğuyor. Vatandaşlar bir araya gelerek Kaymakam Bey'e dertlerini birinci ağızdan anlatmak için toplanıyorlar.

Kaymakam bey "hak arayışında" olan vatandaştan hiç hoşlanmadığını zengin bir vücut dili ile ortaya koyuyor. Mesela mı? Orada bulunan tesettürlü kadının koluna, elinin tersi ile vurup " senin burada ne işin var " diyerek... Cümleyi tamamlayamıyorum.

Olay tam da Danıştay kararının infial uyandırdığı hafta vuku buluyor. AK Parti iktidarında bir kaymakam nasıl oluyor da, tesettürlü bir kadını "senin burada ne için var" diyerek mekan dışına itebiliyor? Bu cümleden tesettürlü kadını taciz edemez ama başı açıkları edebilir anlamını çıkarmayacağınızı elbette biliyorum. Ama kem gözler,alacalı kalpler için izahımızı yapalım yine de. Tesettürlü kadın vurgusu yapmamın sebebi: Kaymakam bey, orada bulunan başı açık kadınlara böyle bir muamelede bulunmuyor. Başı açık kadınları "hak arama/hesap sorma" eylemi içine yakıştırıyor. Ama tesettürlü kadını, sanki mahremi olan bir kadınmış da, el aleme karşı kendisini mahcup ediyormuş gibi bir eda ile mekan dışına itiyor. Hadi sen evine demeye getiriyor elinin tersini kadının koluna vurarak. Bu olayın sembolik değerine, Danıştay'ın kararı ile aynı hafta yaşanmış olmasına dikkatinizi çekiyorum.

Devletin tesettürlü kadınları "aşağılama" biçiminden şikayetçi görünenler, ellerine fırsat geçtiğinde bu aşağılama dilini içselleştirdiklerini fark etmedikleri sürece, başörtüsünün özgür olması pek mümkün gözükmüyor.Yani,yüksek lisansını,doktorasını yapmış tesettürlü kızları başka yerde iş bulamazsınız zaten diyerek başı açık elemanlarının üçte bir maaşına çalıştıran iş verenler, karşılaştığı tesettürlü kadın ile adab-ı muaşerete uygun bir dil ile iletişim kuramayanlar olduğu sürece, hele hele bir kaymakamın şiddetine maruz kalınmaktan kurtulunmadıkça ...Başörtüsüne hürriyet alanının açılması ZOR.

Mesleğinden atılmış yüzlerce öğretmen, nasıl bir hayata maruz kalıyor, bu öğretmenlerin eşleri,çocukları maddi ve manevi hangi sıkıntılarla boğuşuyor ...!!!

Yani başörtüsüne hürriyet alanı açmaya talip görünenler, kendi nefslerine "şeker yeme" diyemedikten sonra... "Bazıları"nın verdiği kararları konuşup durmanın, eyvah evimize de gelecekler korkusunu seslendirmenin bir anlamı ve işlevselliği yok.


Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi