AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Medyamız Avrupa Birliği sürecine hazır mı? (Ne gezer!)

Son Avrupa Birliği zirvesinden sonra bazı meslektaşlarımız endişeyle sorgulamaya başladılar:

"Siyasilerimiz, ülkeyi yönetenler, hatta bürokratlar, nispeten sivil toplum örgütleri AB süreci için ellerinden geleni yaptılar ve yapıyorlar. Değişmeye ve şartlara uyum göstermeye çalışıyorlar.

Peki buna karşılık bu süreçte üzerine en fazla görev düşecek olan medyamız ne yapıyor?"

Sansürcü anlayışlar aynen devam.

Yalakalık aynen eskisi gibi. Çalakalemlik ve uydurukçuluk berdevam.

Mesleğin evrensel kurallarına boşverme eskisinden fazla...

Brüksel'deki toplantıları izlerken gözüm hep bizim meslektaşlardaydı.

Hepsinin birarada oturup, birarada koşuşturup, birbirlerini sürekli çiğneyerek, itişip kakışarak sergiledikleri gazetecilik anlayışında zerrece bir değişiklik olmamıştı.

Hakkını vermek lazım, Mehmet Ali Birand bu konuyu sık sık dile getiriyor.

Özellikle yurt dışında ve bu gibi zirvelerde görev alan medya mensuplarının tavırlarını ve mesleki açıdan çirkin yaklaşımlarını sergiliyor.

Ama sorun, sadece onların, muhabir, kameraman vs.'nin Avrupa standartlarına uymayan ve Türkiye açısından hayati önem taşıyan bu sürecin önemiyle bağdaşmayan tutum ve yaklaşımları değil.

Meseleye medyanın bütünü içinde bakmak gerekiyor.

17 Aralık günü Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Brüksel'de yaptığı basın toplantısına tanık oldum. Birand da bunu bir yazısında belirtiyor.

Basın toplantısının soru cevap bölümünde Özgür Politika gazetesinin Strazburg muhabiri Hüseyin Elmalı gayet saygılı bir üslupla bir soru sordu:

Mealen, "Bazı siyasiler Brüksel'e giden yolun Diyarbakır'dan geçtiğini söylemişlerdi. Siz bu sonuçtan sonra bu konuda ne düşünüyorsunuz" dedi.

Başbakan da buna, "Böyle bir şey olmaz. Brüksel'e giden yol Türkiye'nin bütününden Brüksel'e gitmiştir" gibisinden bir cevap verdi.

Yani, Elmalı'nın Kürt meselesine atıf yapan sorusuna Başbakan'ın cevabı "Bizim ayrımız gayrımız yok, kaynaşmış bir millettiz" anlamı taşıyordu.

Arkasından bir alkış koptu. Alkışın çoğu Başbakanı izleyen Türk gazetecilerden gelmişti.

Türkiyeli gazeteciler, Başbakan'ın açıklamalarını kendi siyasi fikirlerine uygun buldukları için olsa gerek, izledikleri haberle ilgili kişisel eğilimlerini yansıtmamaları gerekirken, militan gibi, amigo gibi davranmış ve taraf olduklarını göstermişlerdi.

Bir Avrupalının bunu anlaması tabii ki zor.

Böyle bir anlayışla bağımsız habercilik, özgür yorum elbette söz konusu olamaz.

Medya mensupları tarafından yapılan militanlığın vatan millet sevgisi vesaire ile açıklanması da abestir. Bu ancak militarist, despot rejimlere has bir kapıkulu tavrı, iktidara yaranma davranışıdır. Gazeteci haber izlerken de yazarken de tarafsız olmak zorundadır.

Bu tür dışa vurulmuş duyguların ya da sahte desteklerin aslında kimseye, en başta da siyasi iktidarlara bir yararı dokunduğu görülmemiştir.

İktidarlar, daha iyi yönetmek için gerçek bilgilere ve bağımsız değerlendirmelere muhtaçtır. Eleştiri ve muhalefet iktidarların en büyük ihtiyaçları arasındadır.

Birand bir yazısında, "ülkenin genelinde bir Avrupa Birliği havası eserken, hayatımızın en önemli parçası olan, hergün birlikte yatıp kalktığımız medyanın durumu ne?" diye soruyor.

Arkasından da "Bence içler acısı..." diye cevap veriyor.

Son örnek olarak Başbakanın Suriye gezisini veriyor. Medyamızın bu geziyle ilgili en önemli haberinin kötü çalınan İstiklal Marşı ve yanlış bayrak olduğunu ifade ediyor.

Oysa bu gezi siyasi anlamda çok önemli mesajlar içeriyor.

Başka meseleler de var.

Geçenlerde medyamızın amiral rütbesi taşıyanının genel yönetmeni, AKP iktidarını övmek için başbakanın Uzakdoğu'daki büyük doğa felaketinde mahsur kalan Türk vatandaşları için özel uçak göndermesini alkışlıyordu.

Evet tabii ki alkışlanacak bir duyarlılık. Aslında bu bir görev. Her ülke yönetimi kendi vatandaşlarıyla ilgileniyor.

Ama yönetmen işi başka bir noktaya götürüyor. Uzakdoğu'da süper zenginlerin gittiği tatil beldelerinde mahsur kalanların yüksek tabakadan zenginler olduğunu vurgulayarak meseleyi, AKP'nin içinden çıktığı varoşları zengin tabakalarla barıştırması operasyonu olarak değerlendiriyor.

Öyle bir doğal felaket karşısında zenginliğin de fakirliğin de bir anlam taşımadığını AKP yöneticileri biliyor olmalı. Öyleyse oraya uçak gönderilmesi olsa olsa bir hükümetin ayrım gözetmeden vatandaşlarına sahip çıkma sorumluluğunu gösterebilir.

Dolayısıyla böyle bir değerlendirmenin de yukarda sözü edilen yalakalık faaliyetlerinden biri olduğunu anlamak ve bunun Avrupa standartlarıyla bağdaşmadığını görmek hükümet yetkilileri için zor olmasa gerek.

Tabii dileğimiz medya organlarını yönetenlerin de bu gerçekleri görmesi.

Neyin gerçek eleştiri, neyin gerçek muhalefet ve neyin gerçek bir yalakalık faaliyeti olduğunu ayırdetmelerinin zamanı çoktan gelmiş bulunuyor.

Bu zorlu süreçte, bu medya ve bu medya yöneticileri ile hükümetin de işi oldukça zor.

Dilerim gerçeklere sadece alkışlayanların zaviyesinden bakmazlar.

Ve bu yaklaşımları ile bu süreçte medyanın da değişimine yardımcı olurlar.

Unutulmaması gereken şudur:

Medyanın değişmesi en fazla hükümet edenlere ve bu süreci yönetecek olanlara fayda sağlar. Neticede bu dönüşüm Türkiye'nin hayrına olur.

NOT: Bütün okurlarımın yeni yılını kutluyorum, huzurlu ve sağlıklı günler diliyorum.


30 Aralık 2004
Perşembe
 
KORAY DÜZGÖREN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED