T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kaçış planı

Çağımızda insanların bir "kaçış psikolojisi" yaşadıklarını söylemek abes olmayacaktır. Şehirler içinde yaşayanlara belli bir konfor sunmalarına rağmen; kalabalığı, trafiği, kirli havası, hormonlu gıdası, insan münasebetlerinin yapaylığı ile dayanılmaz ve güvensiz birer mekan olmuşlardır. Londra'sı, Paris'i, New York'u bir şu kadar elektronik sistem, otomasyon tertibatı; bir o kadar polis ve gizli polis tarafından denetleniyor olsa da gece sokaklara çıkmak cesaret istiyormuş. Bizde, meselâ İstanbul'da o kadar değilse de; bazı mahal ve semtler geceleri tehlikeli sayılıyor.

İnsanlar üretim-tüketim ilişkilerinin kapitalist sarmalında birer otomat gibi işlerine gidip-geliyorlar, senelik izinlerinde belli biçimler alan tatil gezilerine çıkıyorlar; çocuklar kreşlerde, yaşlılar huzurevlerinde kalıyor.

Yalnızlık, iletişimsizlik, huzursuzluk, doyumsuzluk stresi arttırıyor ve bir panik; bir kaçış duygusu yaşanıyor.

Henüz orta yaşa varmadan hemen herkes "şu gürültü ve karmaşadan; şu donuk, renksiz, tatsız hayattan çekip gitmek; bir güzel tabiat köşesinde temiz toprak, temiz hava, temiz su ve temiz ilişkiler içinde" kafa dinlemek istiyor.

-Nereye kaçacaksınız?

-İşte şu dağın ardına.

-O dağın ardında ne var?

-Pırıl pırıl akan bir dere, yeşil orman, çimen çiçek, kuş sesleri.

-Hadi o zaman gidin bakalım, yolunuz açık olsun.

Zordur gitmek.

Çekler, senetler, kontratlar, aile fotoğrafları, çocukların okulu, otomobil, parfüm, sinema.

Sayma bana bunları; bunları aştım ben, gidiyorum. Gidersiniz ve şaşkınlıkla görürsünüz ki, o dağın ardı doludur. Sizden önce gelenler olmuştur. O dereyi kurutmuşlar, o ağaçları kesmişler, yerlerine apartımanlar, dublex villalar, birbirinin ağzına giren yazlık kooperatif evleri yapmışlardır.

-Olsun, ben daha ileri giderim.

-Nereye?

-Öbür dağın ardına.

Orada da aynı manzara vardır. Çöpler, buruşuk gazeteler, pet şişeleri, gelenlere ayran-gözleme satmaya çabalayan kulübe dizileri.

-Ya şu kocaman arazi.

-Orası sahiplidir. Sahibi büyük şehirdedir. Senede bir kaç gün gelir, kapısında bir çift kangal köpek bağlıdır.

-Ya öteki.

-O da onun gibidir.

-Kararlıyım ben; olmazsa daha ilerdeki dağın ardına giderim.

-Bak bu güzel işte. Orası boş. Git istersen.

Gidersiniz. Çıplak tepeler, derin dereler, susuz tarlalar. Birkaç ahlat ağacı, çalılar, dikenler, kurumuş otlar.

Dudaklarınız susuzluktan çatlar, bir gölge ararsınız. Düz damlı evler, gübre yığınları, unutulmuş bir köy.

Köylüler yolsuzluktan, okulsuzluktan, susuzluktan, geçim sıkıntısından yakınır. Bir kolayını bulsalar hemen kapağı şehre atacaklardır. "Ah derler, şehirde başımızı sokacak bir oda gecekondu yapacak parayı bulsak burada durur muyuz?"

Al işte. O köyde çok boş arazi, sessizlik, temiz hava var, su az ama. İdare edeceksin artık. Çalış çabala yeşertiver bahçeni, çiçeklerin açsın, kuşların ötmeye başlasın.

Emeksiz yemek olmaz, nereye kaçacaksın.

Kaçış planı zengin işi...


3 Ekim 2001
Çarşamba
 
MUSTAFA KUTLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED