T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
11 Eylül sonrasında 'devlet', 'büyük sermaye', 'toplum'...

Dünya bilinen 'istikrar' modellerini terkederken, çok gerilerde kalmış bir 'istikrar' anlayışı ile yönetilen Türkiye yeni dönemde nasıl bir pozisyon alacak?

Siyasetin 'istikrar' adına 'küçültüldüğü' ve bunun bir devlet politikası gibi devam ettirildiği bir düzenleme ile yönetiliyor Türkiye. Tam bu noktada Demirel'i 'yeniden keşfetme' arayışları ortaya çıkıyor. Bir bakıma Türkiye'nin dibe vurmayı doğal kabul etmesi ve bundan sonra dipte yaşamayı içselleştirmesi... Türkiye kendi içine verdiği biçim yüzünden, dünya sahasının dışına düşüyor.

Toplumsal taleplerin tümünün kamusal alandan dışlanması üzerine bir hareketlilik yaşıyor Türkiye yıllardır. Ortada hiçbir toplumsal talep olmasın isteniyor. Ortaya çıkacak toplumsal taleplerin siyasi temsilini üstlenen partilerin 'siyasi merkez'in dışına atılması için açık bir haksız rekabet ortamı yaratıldı ve bu ortam sürekli körükleniyor.

Eğer Türkiye dünyadan izole yaşama imkanına sahip bir ülke olsaydı, dünyanın hiçbir yeri ile temas etmeye ihtiyacı olmasaydı, bu model tüm etkinliğiyle işletilebilirdi. Oysa sıkça söylendiği gibi, jeo-stratejik konumu bakımından Türkiye'nin herhangi bir 'siyasi izolasyon' içinde olması mümkün değil. Hatta Türkiye her türlü uluslararası siyasi faaliyeti, 'yüksek adrenalin' ile yaşamaya mecbur bir ülke. Bu şartlar altında Türkiye'nin toplumla bağları güçlü bir siyasi alana ihtiyacı var...

11 Eylül'den sonra dünyanın her yerinde, yönetimler karar alırken toplumsal desteği arkalarına almaya çok çaba sarfediyorlar. Bu yönde bir çaba içine görünmeyen tek ülke ise Türkiye. Her türlü siyasi faaliyette sadece 'devletin siyaseti' ile 'büyük sermayenin siyaseti' karşılaşıyor, çeşitli tartışmaların konusu oluyor. Tüm bu denklem içinde toplumsal taleplerin siyasi temsili adına bir hareketlilik yok. Türkiye 'toplumu olmayan bir ülke' gibi yönetilmek isteniyor.

Oysa gelişen şartlar toplumsal olanın daha çok gün yüzüne çıkmasını zorunlu kılıyor. Son derece dinamik gelişmelere sahne olacak dünya şartlarında, alınan kararların arkasında toplumsal destek olup olmadığı, ülkelerin dış dünyadaki gücünü belirleyecek en önemli unsur. Nitekim ABD'lilerin, çeşitli ülkelerdeki kurumlardan verilen desteklerle yetinmeyerek, o ülkelerin halklarının ne düşündüğünü öğrenmek için titiz bir çaba içinde olmaları çok dikkate değer. Türkiye'deki ABD'li yetkililerin de en çok araştırdıkları konu, 11 Eylül sonrası toplumun ne düşündüğü, ayrıca ABD'nin başlattığı 'küresel savaş'ı toplumun ne yönde algıladığı şeklinde...

Tüm bunları değerlendirecek ve 'taşıyacak' siyasi alan ise tam anlamıyla bir 'fetret' devri yaşıyor. Bu nedenle çözüm arayışları Süleyman Demirel'e böle yönelebiliyor.. Toplumsal desteği kalmamış bir Hükümet var ortada. Hükümetin Başbakanı, böyle bir kriz ortamında ülkeyi yönetebilecek donanımlardan yoksun. En önemlisi, derme çatma da olsa Türkiye'deki 'orta sınıfların temsil yeri' olan ANAP dağılma görüntüsü veriyor...

ANAP'ın 'dağılma' görüntüsü vermesi ANAP'ı ve Mesut Yılmaz'ı çokça aşan bir anlama sahiptir. Bu, bir bakıma, Türkiye'nin temel reflekslerini temsil eden kentli orta sınıfların 'partisizleşmesi', fakat bundan daha da ileriye sarkarak 'siyasi alan'ı boşaltmasıdır. Bu kesimlerin bir 'seferberlik' halinde siyasi alanı boşaltması, siyasetin, devlete ve büyük sermayeye katiplik yapmaktan öte bir fonksiyonunun kalmaması demektir...

Türkiye 11 Eylül sonrasında açılan yeni sayfada, kendine gerçekçi bir yer bulmak istiyorsa, herşeyden önce siyaseti yeniden keşfetmenin, hatta yeni koşulları taşıyacak 'yeni siyasetler icad etmenin' yollarını bulmak zorundadır...


3 Ekim 2001
Çarşamba
 
ÖMER ÇELİK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED