YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Bilişim'den

  Arşivden Arama

 

 

1915 trajedesi, 2001 çocukluğu

Yeni Şafak'ta ilk haftam doluyor. İlk yazımdan bu yana, sanki iki ayı aşkın süredir yazıları kesilmiş, yazmaya tekrar başlamış birisi gibi hissetmedim kendimi. Sanki Yeni Şafak hep vardı ve ben hep Yeni Şafak'taymışım gibi bir duyguyla yazdım bundan önceki yazılarımı.

Yine de bir "ilk" duygusunun farkındayım. "İlk" kez, çalıştığım gazetenin manşetleriyle ters düşme sıkıntısını içimde duymadan; üstelik, tam tersine, "ilk" kez çalıştığım gazetenin manşetini bile açık açık eleştirme özgürlüğüne sahip olduğumu bilmenin rahatlığını yaşıyorum.

Önemli olan, özgürlüklere sahip olmaktır. Sahip olunan özgürlüğü kullanıp kullanmamak, kişinin "özgür iradesi"ne tâbidir.

Yıllar önce bir gün Tatvan'da yolda yürürken, orta yaşlı ve bölgenin yaşam koşulları açısından hayli iyi giyimli sayılabilecek biri yanıma yaklaştı; "Cengiz Bey" diye söze girerek eliyle Hizan yönünde geçit vermez, duvar gibi göğe yükselen yalçın dağları işaret ederek, "Şu dağları görüyor musunuz. Eğer, Kürtçe eğitim hakkı verilmezse, bu yaşımda ben bile o dağlara çıkarım." Cevap vermemi beklemeden devam etti, "Ama eğer bu hak verilirse, ben çocuğumu Kürtçe eğitim yapan okula göndermem. Kürtçe eğitim alarak, bugünün dünyasında hangi geçerli mesleğin sahibi olabilir ki. Hatta imkanım olsa doğrudan İngilizce eğitim veren okullara gönderirim…" Bunun üzerine şaşkınlığımı gizlemeyerek, ben ona sordum: "O halde, niçin bu yaşta şu dağlara çıkmayı aklınızdan geçiriyorsunuz?" Cevabı, kısa, yalın ama pek öğreticiydi: "Çünkü o benim hakkım. Hakkımı elde etmek için gereğinde ölebilirim ama sahip olduğum hakkı kullanmak ya da kullanmamak benim özgür irademle ilgili. Kullanmayabilirim. Önemli olan ona sahip olmak…"

Hak ile özgürlük arasındaki şaşmaz bağı, adını bile bilmediğim bir Tatvanlı'dan yıllar önce böyle işitmiştim. Dökülmüş bunca kandan ders almazcasına, açılan Avrupa Birliği kapılarını kapatmak ve Türkiye'yi Avrupa'dan dışlayıp uluslararası arenada tecrit etmek isteyenlere koz vermek pahasına, hâlâ, "Kürtçe radyo ve televizyon" konusunda takılıp kalmak, pek hazin.

Yeni Şafak, "hak" ve "özgürlük" irtibatının bulunduğu, Türkiye'deki belki de tek yayın organı şu sıralarda. Ve, ben daha "haftam dolmadan", bu "hak ve özgürlüğümü" kullanmak niyetindeyim. Bu gazetede bunu benden önce tepe tepe kullanan ve kullanmaya devam eden Kürşat Bumin gibi… Bu istek, dünkü Yeni Şafak'ın manşetinin altındaki "spot"tan ilham aldı. Şöyle yazıyordu: "Cezayir katili Fransa'nın Ermeni terörüyle ittifakı öfkeye yol açtı. Fransa'ya boykot çağrısı yayılıyor."

Fransa -Cezayir bağlantısının kurulmasındaki "ironi", aslında Kürşat Bumin dünkü yazısındaki şu satırlara yansımıştı: "Zamanında Birleşmiş Milletler'de bağımsızlık taraftarı Cezayir'in değil de, 'Cezayir Fransa'dır' tezinin savunucusu Fransa'nın yanında yer alan Türkiye bugün içinde 'Cezayir katliamları'nın yer aldığı bir 'eylem planı'nı yürürlüğe koyacak!"

Fransa'ya her sinirlenişimizde, Cezayir'i hatırlayanlar arasında ben de vardım. 1984 yılıydı; o günlerin efsanevi Ortadoğu uzmanı, Le Monde muhabiri, dostum Eric Rouleau ile bir Paris kahvesinde sohbet ediyordum. ASALA'nın faal dönemleri. Bir ara, "Türkiye, niçin soykırım ya da değil ama o döneme ait bir trajediyi kabullenmiyor. Bunu yapsa, Ermeni terörünün içinde yer aldığı moral iklim büyük ölçüde kurur" demişti ve ben de öfkeyle ve refleksle, "Fransa, Cezayir'de 1.5 milyon insanı öldürdü" karşılığını vermiştim. Rouleau, gayet sakin, "Doğru. Fransa bunu kabul ediyor zaten" der demez, kafamda hazırlamakta olduğum "taarruz silahları" tutukluk yapmıştı.

Yıl 2001. Artık "büyümemiz" lazım. "Cezayir katili Fransa" sözcüklerini gazete başlıklarına çıkartmak, bir "kronik çocukluk hastalığı". Fransız Parlamentosu'nun hoşumuza hiç gitmeyecek nitelikte de olsa kabul ettiği yasayı "Ermeni terörüyle ittifak" diye yorumlamanın ise, "gerçek"le hiçbir bağlantısı yok.

Yeni Şafak açısından asıl sorun burada değil. Türk basınının tümünün manşetlerine yayılmış olan, hamaset ve popülizme prim veren "tek tiplilik"ten kendisini kurtaramamış olması. Yeni Şafak, "farklı" olduğu için anlam ve değer taşıyan bir gazete. "Tek tip insan yaratmak" isteyen 28 Şubat damgalı "totaliter proje"nin "tek tip basın yaratmak" tuzağına düşmemesi gerekiyor.

Kürşat Bumin, Dışişleri'nin yürürlüğe koyduğu öne sürülen 'eylem planı'na alkış tutan manşetleri ne güzel ti'ye alıyor: "Türkiye, işte böyle bir ülke… 'Ticaret', 'eğitim ve kültür' ve 'tarih araştırmaları' ve herşey Dışişleri ya da devletten soruluyor!"

Açık söyleyelim: Türkiye, bu kafa ile, Ermeni konusuna ilişkin uluslararası zemindeki mücadeleyi kazanamaz.

İş, 1915'in bir "trajedi" olduğunu kabulden başlıyor. "Soykırım" suçlamasını "bertaraf edecek" olan bu kabul ve bu kabulün beraberinde getirmesi gereken, tarihimizi açık açık ve özgürce tartışmak ve arşivleri uluslararası saygınlığı olan bir "tarihçiler komitesi"ne, Ermeni tarihçilerini de dahil ederek açmaktır.

"Açık toplum"tan ve "hak ve özgürlükler"e sahip bireylerden daha "güçlü silah" henüz icad edilmedi…


20 OCAK 2001


Kağıda basmak için tıklayın.

Cengiz Çandar

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...