T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Farklı bir cemaat

Türkiye'deki şehirlerin büyük kısmının gelişme yönü 'İstanbul Caddesi' üzerindedir. İstanbul Caddesi değilse bile İstanbul yönünde bir genişleme, büyüme gösterir. Bu büyüme trendinin her zaman gelişme, sağlıklı şehirleşme anlamına gelmediği hükmüne bizzat yaşamakta olduğumuz şehirlere bakarak varabiliriz. Kırsaldan şehre, doğudan batıya bölgesel göçler şehirlerin geleneksel dokusuyla birlikte doğal büyüme yapısını da alt üst etti.

Bunlardan daha önemlisi Anadolu insanının atılım potansiyelinin, kültürel ve ekonomik birikiminin, zenginliğinin ülkenin siyasal, ekonomik ve kültürel hayatına neredeyse ipotek koyan seçkinler tarafından tehdit olarak algılanıyor olmasıdır. Hâlâ kafalarından atamadıkları ilkel pozitivizme dayalı modernleşme şablonuna uymayan, sonuçta farklı, kendine özgü mecrada gelişmekte olan bir modernleşme deneyimine bile tahammül edememe gibi patolojik durum ortaya çıktı. İdeolojik önyargıları, bu etkin ama yalnız seçkinlerin tepeden baktıkları toplum ve değerleri karşısında yabancılaşmalarına neden olmuş, dahası kuşku ve güvensizliğe dayalı tek yönlü bir ilişki biçimi ya da iletişimsizlik doğurmuştur. Özellikle din ve toplum, din ve kamusal alan gibi konular 'seçkinci ilkellik' görüntüsü veren toplum mühendisliklerinin, ekonomik tekelciliğin devreye girdiği mayınlı alanlar olageldi.

Neyin ideolojik neyin sosyal, siyasal ve de ekonomik çıkar ve konum kaygısının harekete geçirdiği 'korumacılık güdüsü'nün sonucu olduğunun birbirine karıştığı tepeden inme müdahaleler, Weberyen tanımlamayla, aslında statü kaygısından beslenegeldi.

Geçen hafta yerleşim itibariyle doğuya, ekonomik ve sanayi atılımını ise 'İstanbul Caddesi' istikametinde gelişen/genişleyen bir Anadolu şehrinin Kayseri'nin endüstri alanında gezerken Türkiye'nin temel çelişkisi üstünde yeniden düşünmeden edemedim. Göstergebilimsel olarak bir şehrin doğu ve batı yönünde gelişme ve genişlemesi üzerine çözümlemeler: hatta ironik, sosyolojik, kültürel ve de antropolojik anlamına değinebiliriz. Ancak gündelik hayatın akışı içinde farkedilmeyen ayrıntılar farklı okuma biçim/lerine imkan tanıyor.

Tam bu noktada, devasa ölçekte sanayi kuruluşlarının ortasında beş-on bin kişiyi alacak büyüklükteki caminin cemaatinin resmettiği manzara çok daha açıklayıcı.

İnşa edilen her yeni camiyi dış destekli irtica uzantısı saymaya yatkın olanların kavramakta, anlamlandırmakta zorlandığı oranda kuşku ve düşmanlıkla yaklaştığı/uzaklaştığı görüntü vardı Cuma namazında. Çelik beton tekniğin imkanlarına rağmen kötü bir Mimar Sinan taklidi bu devasa caminin mimarisi bile modernleşme, çağdaşlaşma maceramızın tahlili açısından epey malzeme sunuyor. Kendi üslubunu bulamamış, gelenekle icat arasında keşfi (henüz) gerçekleştirememiş bir anlayışın ürünü olsa da eylem olarak bir duyarlılığın sonucu.

Her biri Türkiye ölçeğini aşmış artık birer sanayi devi haline gelen sanayici (esnafı değil, işadamı)lerin katkısıyla her türlü imkanla bezenmiş caminin bahçesi alışılmışın dışında; araç trafiğine göre dizayn edilmiş. Bir tür kocaman otopark. Onlarca belki yüzlerce servis araçlarıyla işyerlerinden Cuma namazına gelen cemaatin aynı düzen ve hızda işlerine dönmelerinin başka imkanı yok.

Camiyi avluya kadar dolduranların yaş ortalaması dikkat çekici: sanırım otuz yaş civarı. Yaşlı, beli bükülmüş cemaat hemen hemen hiç yok. İşci, teknisyen, mühendislerden oluşan dinamik bir cemaatin dışardan bakan birinin dikkatinden kaçması imkansız. Tertemiz, çoğu spor giysileriyle yaş ve statülerini eleverdikleri gibi yağlı tulumlarıyla gelmeyerek tamirci çırağı tipinden farklı olduklarına da vurgu yapıyorlar adeta. Namaz sonrası irili ufaklı servis araçlarına ya da özel otolarına binerek tezgahlarının başına dönüyorlar. Eminim atılım yapmış pekçok şehirde buna benzeyen toplumsal dönüşüm gerçekleşmiş durumda.

Cemaatten konuştuğum biri; krizin boyutlarını cemaatin sayısına bakarak anlıyoruz, gelenlerin azaldığı oranda o kadar işyeri etkilenmiş demektir, diyor.

Modernleşme problemine bu büyük cami ve cemaati çerçevesinde bakmadan ne ülkenin potansiyelini ne de toplumun doğasını kavramak mümkün olur. Bu yeni tipoloji hem modernist elitler hem modernleşmeyi sorgulayanlar için farklı düşünme, değerlendirme imkanları sunuyor.


20 Ağustos 2002
Salı
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED