T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Alaturka siyasi entrikayla AB'ye girilmez

'Etik' ve 'ahlak' kelimeleri, konu siyaset olunca 'eş anlamlı' imiş gibi kullanılıyorlar. Etik kelimesinin kökeni Batı dillerinde. Ahlak ise Arapça kökenli bir kelime. 'Garp' ve 'Şark'ı ayıran 'kültür kodları', bu her iki kelime arasında önemli bir 'nüans'ın varlığını bize bildiriyor.

Türkiye'nin siyasi gündeminde, son günlerde Mesut Yılmaz'ın sergilediği ve Hüsamettin Özkan ve kimilerinde şahsına ilişkin yol açtığı hayal kırıklığı ile İsmail Cem'in desteğindeki 'seçimler ertelensin' tutumunun değerlendirmesi açısından farketmiyor: 'Siyasi etik' ya da 'Siyasi ahlak', arkasına 'küskünleri' de alarak, söz konusu 'seçim ertelensin' girişimiyle ihlal edilmiştir.

Bu tavrı ortaya koyanların, yani siyasi etik ya da siyasi ahlaktan yoksun olanların, 'seçmen', yani halk tarafından büyük tepki topladıkları ve iflah etmeyecekleri apaçıktır.

Halk tarafından cezalandırılacakların farkında olanlar için, böyle bir manzaranın ortaya çıkması, onları 'ahlaklı' olmaya sevketmek yerine; tam tersi bir etki yapıyor. Fransızca 'Apres moi deluge-Benden sonra tufan' ya da Arapça 'Bad-u harab-el Basra-Basra harap olduktan sonra' deyimlerine uygun bir zihniyetin bu gibi kişilere egemen olduğu görülüyor. Siyasette kendi çıkarını, ülke ve halkın çıkarlarının üzerine koyma eğilimi...

'Seçim ertelensin' hesabına yatanlar, seçilememe endişesi taşıdıkları için seçimlerin ertelenmesini istiyorlar. Ama, seçimlerin ertelenmesinin dolar ve faizde yaratacağı çılgın artış ve bunun ekonomi üzerindeki yıkıcı etkisi umurlarında bile değil. 'Barajın altında' seyrettikleri kanısında oldukları için, halktan itibar görmedikleri halde, bu halkı yönetmeye kalkışma fütursuzluklarından hiç rahatsız da olmuyorlar. Kendilerine 'yasama gücü' vermemesinden kaygılandıkları halkın nezdinde hiçbir 'temsil yeteneği'ne sahip olmadıkları halde, utanmadan sıkılmadan 'yürütme gücü'nü ellerinde bulundurmak istiyorlar.

İster 'seçimleri erteletme' girişimi olsun; ister 'yeni hükümet kurma'; işin ruhu itibarıyla, yapılmak istenen, bugün gelinen noktadan itibaren, bir 'yetki gaspı'ndan farksızdır.

Bir yandan 'siyasi ahlaksızlık', diğer yandan 'yetki gaspı'. Buna kalkışanların, bugün seçim olsa -zaten topu topu bir buçuk ay kaldı- alacakları oyun toplamı, baraj rakamının yarısı kadar. Dolayısıyla, gözü dönmüş girişimlerinin sonucunu, bir 'siyasetçi oligarşisi'nin 'keyfi rejimi' olarak nitelemek dışında bir tanım bulunamaz.

Kimilerince 'usta siyasetçi' hatta abartmalı biçimde 'siyaset sihirbazı' olarak takdim edilen Mesut Yılmaz, aslında artık kimsenin yutmadığı ve son derece basit olan ve en en sonunda baklayı ağzından da çıkarttığı 'seçimleri erteletme' amacını, bir başka 'ulvi amaç' ile ambalajlıyor: Avrupa Birliği'ne üyeliğimize ilişkin 12 Aralık'taki Kopenhag Zirvesi'nin önemi. Kendince 'güzel' de bir slogan bulmuş: 'Seçimler her zaman yapılabilirmiş ama Kopenhag Zirvesi bir daha yapılmazmış...'

Üstelik, Brüksel'deki temaslarından sonra, AB yetkililerinin de Türkiye'de seçimlerin ertelenmesini uygun gördükleri iddiasını yayıyor.

Bütün bunları ciddiye alsanız, 'akıl yürütmesi' ve vardığı sonuç ne?

Şu:

1. Bu hükümetle (içinde MHP olduğu için) AB uyum yasalarının uygulamasına geçilemez. Geçilemeyeceği için, Ekim ayında AB Komisyonu'nun Türkiye İlerleme Raporu, 'olumsuz' çıkar. 'Olumsuz' çıkması halinde, Türkiye'nin Aralık ayında Kopenhag'ta 'tam üyelik müzakere tarihi' elde etmesi imkansız olur. Öyle olunca, Türkiye, 'genişleme gündemi' AB'nin önüne kolay kolay gelmeyeceği için, yıllar kaybeder ve AB üyeliği hayal olur.

2. Dolayısıyla, bu hükümet yıkılmalı, yerine kurulacak hükümetle AB uyum yasalarının uygulamasında yol alınmalı. Kopenhag'da tarih elde edildikten sonra, seçimlere gidilmeli. Ha 3 Kasım'da, ha böylesine 'ulvi bir tarihi amaç' söz konusuysa 15 Aralık'ta seçim yapmışsın; ne farkeder...

'Sen, herkesi kör, alemi sersem mi sanırsın' deyimine uygun bir yaklaşım. Sanırsınız ki, tek tek 15 AB üyesi ülke ve AB Komisyonu, Kopenhag'da işleri kolaylaşsın ve Türkiye'ye koltuk çıkabilsinler diye, Türkiye'deki 'her türlü siyasi entrika'ya 'yeşil ışık' yakmaya razılar. Türkiye, mali krize sürüklensin, AB'nin bir 'aday üyesi'nde 'ikinci bir Arjantin' olayı yaşansın; yeter ki, şu sıra Türkiye halkının yüzde 3-5'lik bir oranından başka desteği olmayanlar hükümet olabilsin ve uyum yasaları uygulamasına girişebilsinler...

Bu, 'akla uygun' geliyor mu? Böylesine derme çatma ve her yönüyle 'siyasi ahlaksızlık' kokan hamlelerle AB'ye doğru yol almaya, AB 'temiz kağıdı' verir mi?

3 Kasım seçimlerinde barajı aşma ihtimali yüksek partilerden CHP, 'deklare' AB yanlısı. Kemal Derviş, o partide. Partinin genel başkanı Deniz Baykal, Dışişleri Bakanı iken, Türkiye'nin Gümrük Birliği'ne girmesinde başrolü oynamıştı. Çünkü, kararı veren Avrupa Parlamentosu'nda Sosyalist grup çoğunluktaydı ve Deniz Baykal'ın Sosyalist Enternasyonel bağları sayesinde bu grup üzerinde tayin edici etkisi olmuştu.

DYP'nin genel başkanı Tansu Çiller, o dönemde Başbakan idi ve AB ısrarında, Mesut Yılmaz'dan geri kalmaz. DYP'de şimdi 'AB'yi kendisinin bir numaralı hedefi olarak ilan etmiş olan M. Ali Bayar da var.

Ak Parti, hem gayet kesin 'AB yanlısı söylemi' ve hem de bunu teyid edici biçimde 'yenilenmiş vitrini' ile, AB açısından özellikle bir 'seçim kaygısı'nı temsil etmiyor.

1999 Helsinki'de Türkiye'nin 'aday üyeliğe' kabulü bir 'siyasi karar'dı. 1997 Lüksemburg'da Mesut Yılmaz Başbakan idi ve Lüksemburg-Helsinki arası, Türkiye-AB ilişkilerinin en berbat dönemlerinden biri olarak hatırlanacak. Yine de, 1999 Helsinki'de AB, Türkiye'nin aday üyeliği gibi dramatik bir siyasi karar alabildi.

2002 Kopenhag da, AB açısından bir 'siyasi karar'a işaret edecek. 3 Kasım seçim sonuçları, böyle bir kararın alınmasında etkili olabilir.

AB konusu, Mesut Yılmaz'ın 'tapulu malı' değil. Üstelik, bir 'ulusal dava' haline dönüşen AB konusunu, 'iç politika'da bir 'gerilim konusu' haline sokması ve kendi küçük gelecek hesaplarının 'siyasi entrikaları'na araç haline getirmesi, Türkiye'nin 'büyük geleceği'ne zarar veriyor.

Birilerinin Mesut Yılmaz'a 'alaturka siyasi entrikalar'la AB'ye girilemeyeceğini anlatması gerekiyor...


14 Eylül 2002
Cumartesi
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED