AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Şimdi okullu olduk ama...

Bizi yönetenlerin hemen hepsi yaşadı o günü. Bir anne, bir baba, bir ağabey, bir abla, ya da bir aile büyüğü, onların herbirinin elinden tuttu, ilk harfi, ilk heceleri öğrensin diye bir okulun, bir öğretmenin bilgisine, şefkatine, ilgisine, sevgisine emanet etti.

Bugün, yüzbinlerce çocuk, herkesin hayatında 'bilgi'ye yolculuğun en önemli adımı olan 'ilk gün heyecanı'nı yaşıyor.

Bu, güzel bir gerçek. Sıcak, sevimli, heyecan verici bir gerçek. Ama bu gerçeği hiç yalnız bırakmayan, yanıbaşında yürüyen başka gerçekler de var. Çoğunu, çocukların anlamadığı, anlayamadığı başka gerçekler.

Ögretmenin sevgi dolu bakışları, belki, 'bilgi'yi yansıtmaya çalışıyor cocuk yüzlerine. Ama, 80 kişilik bir sınıfta, bir öğretmenin bakışları, kaç parçaya bölünebilir? Öğretmenin sunabildiği bilgiyi, o kalabalıkta, kaç çocuk yakalayabilir? 40 dakikalık bir derste, bir çocuğa, öğretmenin ilgisinden, sevgisinden kaç dakikalık bir pay düşebilir?

Okullarımızda bilgili, kalifiye insan yetiştiremeyişimizin sebeplerinden biridir belki de o kalabalık. Öğretmen, anlattığı konunun anlaşılıp anlaşılmadığını, o kalabalıkta nasıl anlayabilir?

Bu, eğitimle ilgili sorunlarımızın sadece bir boyutu.

Hazır mıyız?

Daha bir kaç ay önce, Bingöl'de, kaç öğrencimiz, okudukları okulun enkazı altında can verdi. İstanbul'daki okullarımızın, Bingöl'deki yıkılan okuldan daha sağlam olduğundan emin miyiz?

Eğitimciler, Türkiye'deki 'görünen' öğretmen açığının yüzbinin üzerinde olduğunu söylüyor. Peki görünmeyen öğretmen açığı? Resim dersini sosyal bilgiler öğretmeninin, beden eğitimi dersini fizik öğretmeninin, din dersini matematik öğretmenin, İngilizce'yi coğrafya öğretmeninin verdiği okulların sayısını biliyor muyuz?

Eğitime ayrılan bütçenin içinde, okulun ısınma ihtiyacı, elektrik, su, temizlik ihtiyacı var mı?

Ya eşitsizlik? Doğu ile batı, kuzey ile güney arasındaki eşitsizlik bir yana; İstanbul'daki öğrenciler arasındaki eşitsizlik?

Bir de, devletin kurumlarından eğitim hizmeti almak isteyen insanlar arasında bir ayrım yapılıp yapılmadığı sorusu var. Yapılıyor mu, yapılmıyor mu? Sorunun cevabını herkes biliyor, ama herkes, gerçeği söylemekte zorlanıyor.

'Gizli vergi'nin getirdiği eşitsizlik

Bütçeden ayrılan pay, eğitimin yükünü taşımıyor, bu gerçek, ortada. Eğitim, gizli, daha doğrusu bütçeye girmeyen bir tür vergiyle finanse ediliyor. Katkı paylarıyla, adı isteğe bağlı kendisi zorunlu bağışlarla, aidatlarla, hayırseverler insanların desteğiyle. Bu gizli vergi, ister istemez, bir başka eşitsizlik doğuruyor. Çünkü, her mahalle, her köy, her anne baba, çocuğunun okuduğu okula yeteri kadar bağış yapacak imkana sahip değil. Bütün bunlar, 15 milyonu aşkın öğrenciye eğitim verme iddiasındaki 'sistem'in, yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılıyor.

Bilimde niçin geri kaldık?

Bunlar, eğitim sistemimizin ilk bakışta görünen sorunlarından sadece birkaçı. Ve daha çok ilk ve ortaöğrenimle ilgili.

Bir de üniversiteler var.

Bilimin daha sistemli bir şekilde sunulmasını sağlamak yerine, hem bilimadamlarını hem de bilimin kendisini hizaya getirmeye ayarlı, 12 Eylül dönemi ürünü YÖK, "Ben, böyle kalmak istiyorum, bana dokunmayın" diyor. Çözüm üretmiyor, alternatif getirmiyor, hatta tartışmıyor. Koltuğunu korumak için denediği yöntemler, sivil ya da bilimsel değil. Bu tutumuyla, sanki, Türkiye'nin, bilimsel alanlarda niçin geri kaldığını göstermeye, ıspatlamaya çalışıyor.

Ülkemiz, yeni eğitim öğretim yılına, işte böyle giriyor.


15 Eylül 2003
Pazartesi
 
EDİTÖRDEN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED