AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Hakîkati hakkıyla mesele edinemediğimiz için İsmet Özel'i anlayamıyoruz (1)

İsmet Özel'in "son çığlığı" hakkında elbette bir gün yazacaktım. Ama bu konuda yazılanlar, benim yazma vaktimi geciktirdi. Artık vakti geldi yazmanın. Çünkü hep aynı anlayışsızlık, kavrayışsızlık ve sığlık tekrarlanıyor hâlâ; dolayısıyla benim tüm bunlara daha fazla tahammül edebilmem mümkün değil/di elbette ki.

İsmet Özel, en büyük kaygıları "vartayı atlatmak, vaziyeti idare etmek, böylelikle sağduyulu hareket etmek yani mevcut vaziyetlere ve söylemlere itiraz etmek yerine uyumlanmak" olan insanlar için anlaşılması zor bir insandır. Oysa parantez içinde özetlediğim bu kaygı, aslâ kıymet-i harbiyesi olabilecek bir kaygı değildir; aksine düpedüz bir "kaygısızlık", "kayıtsızlık", "kaypaklık", "uy/uzlaşmak" ve dolayısıyla sıradanlaşmak hâl-i pür melâli ve işâretidir. O yüzden, sadece İsmet Özel'i anlamakta zorlanmıyoruz; aynı zamanda Bediüzzaman'ı da, Necip Fazıl'ı da, Sezai Karakoç'u da, Nurettin Topçu'yu da, Nuri Pakdil'i de, Rasim Özdenören'i de anlamakta zorlanıyoruz. Bu nedenledir ki, hepsini de ya putlaştırıyoruz; ya da bizim gibi sıradanlaşmış insanlar derekesinde görmek istiyoruz.

Buna hakkımız var mı, gerçekten? Hakîkat, sıradan insanların elinde ne hâle gelir, hiç tahayyül ve tasavvur edebiliyor muyuz acaba? Oysa, ulvî bir makamdan bize bahşedilen ve lûtfedilen hakîkat, insanı sıradanlaşmaktan kurtarmak için "varedilmiş" ve vaz'edilmiş bir AŞK ATEŞİ değil de nedir ki? Hakîkatin gücü, insanı sıradanlıktan kurtarabilmesinde gizli değil midir? O halde, bu hakîkati bize hatırlatan hakîkat âşıkları, keyfimizi ve rahatımızı kaçırıyorlar diye onlara ve dolayısıyla çilesini çekerek keşfettikleri hakîkat söylemlerine sırt çevirmekle, burun kıvırmakla ne kadar sıradanlaştığımızı göremiyor muyuz hakîkaten?

Bu insanlardan bizim gibi sıradanlaşmalarını istemek, bizim istediğimiz, kabul edeceğimiz, keyfimize keyif katacak şeyler söylemelerini talep etmek, hem bu insanları anlayamamak; hem de daha da önemlisi, bizim hakîkatle kurduğumuz ilişkinin sahih ve sahici bir ilişki olmadığını farkında olmaksızın ifşâ etmek; dolayısıyla bizim hakîkati talep edecek bir iradeye sahip olamadığımızı ilan etmek demek değil midir? O yüzdendir ki, son yarım asrın her biri kendi semasının yıldızları olan bu "anıt şahsiyetler"e mevtâ muamelesi yapıyoruz; ama bu umurumuzda değilmiş gibi hareket etmekten de çekinmiyoruz. (Sezai Karakoç'u, bütün zamanların çocuğu olması ve bütün zamanları çocuğu kılması gibi esaslı bir çilenin eri olması bakımından bu semada bir kutup yıldızı olarak gördüğümü tüm samimiyetimle hatırlatmama izin verin lûtfen). Bu insanların ümmet adına, ama hakîkate talip ümmet adına çektikleri oluş ve varoluş çilesinin ne kadar yakıcı ve sarsıcı olduğunu kavrayabilmemiz için hakîkate onlar kadar olmasa bile onlar gibi şeksiz ve şüphesiz vâkıf ve vâsıl olmamız ve iman etmemiz şart.

Oysa yapabildiğimiz en "iyi" (!) şey, onların fanatiği olmak. Onlar bize kendimiz olmamız çağrısında bulunuyor; bizse fanatiği oluyoruz onların! Bu, sıradanlık ve sıradanlaşmak değil de ne peki? Oysa büyük insanların fanatiği olunmaz; olunduğu andan itibaren asıl zararı bu insanlara ve bu insanların çilesini çektikleri, kavgasını verdikleri hakîkat'e vermiş oluruz.

Yazıyı İsmet Özel özelinden sürdüreyim... İsmet Özel, tıpkı diğerleri gibi, hakîkatin ışığı tarafından sarsılan sarsılmaz bir hakîkat âşığıdır; Nurettin Topçu'nun deyişiyle "sonsuzluk iradesi", Bediüzzaman'ın deyişiyle ise "geçmiş ve gelecek zamanları yutabilme" gücü demek olan hakîkatin gücünün, mümin olduğunu söyleyen herkesi de sarsması gerektiğini düşünen ama nasıl olup da mümin olduğunu kabul, iddia ve ilan eden kişileri de bir türlü sarsmadığına anlam veremeyen, o yüzden isyan eden bir hakîkat cengâv/eridir.

Kaygan ve kaypak zeminlere, konjonktürlere rağmen İsmet Özel'in hakîkatle kurduğu ilişkideki sebatını ispat etmesi, bizden de aynı sebatı ispat etmemizi istemesi yegane kaygısı "vartayı atlatmak, vaziyeti kurtarmak" olan bizim gibi sıradan insanları sarsmış ve şaşırtmıştır.

Peki, İsmet Özel'in yanlışları yok mu? Elbette ki var: Meselâ Türklük meselesinde söylediği şeyler esas itibariyle yanlış şeylerdir. İsmet Özel'in yazılarında başından bu yana Türklük vurgusu olduğunu söylemek, hem büyük bir "ayartma yardakçılığı"dır; hem de İsmet Özel'in şimdiye kadar söyledikleriyle kabul edilmesi, telif edilmesi ve hazmedilmesi zor bir çelişkiye düştüğünü görememek demektir. Bu, İsmet Özel gibi biri için bir kuyudur; İsmet Özel, bu kuyuyu görecek ve bu kuyuya düşmeyecek çapta bir kafadır...

Ayrıca modern paganların meselesi olması gereken teknik, medeniyet ve yabancılaşmadan oluşan "üç meselesi" de esas itibariyle külliyyen "yanlış bir mesele"dir. Yani, esas itibariyle Batılı modern paganların icat ettikleri ve iliklerine kadar sonuçlarını yaşadıkları bu üç mesele, hakîkatin hâkim olduğu vasatın ürünü olan meseleler olmadığı için bizim neden olmadığımız, bu nedenle de bizi doğrudan değil, dolaylı olarak ilgilendirmesi gereken meselelerdir. İsmet Özel, bu hakîkati gördüğü için bu meselelere daha sonraları "daha mesafeli" yaklaşmayı bilmiştir.

İsmet Özel'in Türklük ekseninde söyledikleriyle de arasına aynı mesafeyi koyacağını umuyorum. Ancak İsmet Özel'in etrafında İsmet Özel'den (isminden ve gölgesinden) nemalanmaya çalışan, meselesi sadece İsmet Özel'den nemalanmak olan ve İsmet Özel'deki hakîkat aşkından zırnık kadar nasipdâr olamayan ve zaten ahlâken de nasipdâr olmaları pek mümkün olmayan "veletler", İsmet Özel'i fena halde ayartıyorlar; İsmet Özel'in ayartıldığını hissettiğini iliklerime kadar hissediyorum; ama İsmet Özel, bu ayartmalara karşı sarsıcı bir şey söylemedi henüz. Ama yarın söyleyecek. Bu "çocuklar"ın da sarsılmaya ihtiyacı var çünkü. Yarın, İsmet Özel, "kim var burada?" diye sorunca o zamana kadar oradaymış gibi görünenlerin neden orada olmadıkları, olamayacakları, sıvıştıkları sarahatle açığa çıkmış olacak çünkü.

Özetle, İsmet Özel hiçbir şey söylememiş olsaydı bile, herkesin patır patır döküldüğü, oraya buraya savrulduğu şu kıblesini yitirmişlik ve pergelini şaşırmışlık vakitlerinde, onun bu hakîkat aşkında sebat etme kaygısı ve iradesi göstermesi, İsmet Özel'i özel yapmaya yeterdi, diye düşünüyorum.

İsmet Özel'le Sezai Karakoç arasındaki tabiî farka, İsmet Özel'deki "modern" ve "postmodern"e; İsmet Özel'de kibir gibi görünen şeyin neden ve nasıl hakîkat aşkının verdiği bir asâlet'e işaret ettiğine; son yarım asrın İslâmcı düşünürlerindeki bu asâlet ve hakîkat kaygısının dört büyük sahabe-i kiram efendilerimizdeki izlerine, izdüşümlerine dair söyleyeceklerim var; onları da Çarşamba günü musahabe edelim artık...


15 Eylül 2003
Pazartesi
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED