AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Reformlara kim direniyor? Bürokrasi mi, yoksa...

Sanatçı Haluk Levent'in Almanya'da düzenlenen Kürt Festivali'ne katıldığı gerekçesiyle yakapaça yakalanması ve iki gün gözaltında tululması olayında bürokrasi suçlanıyor.

AB üyeliği yolunda müzakere tarihi alabilmek için yoğun olarak uğraştığı söylenen hükümet de görünüşte bu uygulamalardan şikayetçi...

Nitekim Adalet Bakanı Cemil Çiçek, Haluk Levent ile DEHAP ve ÖTP Genel başkanlarının gözaltına alınmaları üzerine yaptığı açıklamada, yasal değişikliklerin hayata geçirilememesinden yakınıyordu.

Bu yakınmanın etkisi ile midir, yoksa kamuoyundan yükselen eleştiriler nedeniyle midir bilinmez, bu insanları, 'terör örgütüne yardım ve yataklık' fiilinden suçlayan savcı iki gün sonra serbest bırakmıştır.

Şimdi yine, Avrupa Birliği yolunda süratle çıkarılan 'Uyum Yasaları'nın hayata geçirilememesi ve bürokrasi ile onun aslında ayrılmaz bir parçası haline getirilen yargı organı içinde AB sürecine karşı yoğun direnmeler olduğu konuşuluyor.

Doğrudur, bürokrası direniyor.

Yasaları ekspres hızıyla çıkartıp uygulamayı zamana bırakan anlayışın bu engellere toslamasından daha doğal bir şey olamaz.

Savcın hâlâ aynı kafada ise ve iki kelime soru soracağı, adresi belli bir vatandaşı, polis marifeti ile yaka paça karakola, adliyeye sürükletiyorsa en demokratik yasayı çıkartmışsın neye yarar?

Aynı şekilde yasalar değiştiği halde aynı kafalar, vatandaşların çocuklarına istedikleri isimleri koymalarını hâlâ engellemeye çalışıyor.

Nüfus müdürleri amirlerinden korktukları için dava açmaya, sacvılar da bu davaları kabul etmeye devam ediyorlar.

"Biz görevimizi yapalım da başımız belaya girmesin" diyorlar herhalde.

İşte hükümet, bu işlemlerin görevi yerine getirmek değil, kanunu ihlal etmek olduğunu anında müdahale ederek gösterse, hâlâ bu kadar uygulama fiyaskosu olabilir mi?

Ben, hükümetin de bu konuda fazla istekli olmadığı kanısındayım.

Yasaklanan isimler meselesinde İçişleri Bakanlığı hâlâ bir genelge yayınlayabilmiş değil.

Hâlâ karakollarda işkencenin önünü alabilmek amacıyla etkin denetim yolları oluşturabilmiş değil.

Bir iki istisna dışında hâlâ zanlı polisler kolay kolay yargının karşısına çıkarılamıyor.

Manisa davasında olduğu gibi cezaları infaz dahi edilemiyor.

Görüntü o ki, idare uygulamadaki vahim örneklerin birçoğundan bizzat sorumludur.

Ben şimdi bunları bir tarafa bırakıyorum.

Doğrudan sorumlu olduğu başka bir olaya gelmek istiyorum.

Geçen gün Helsinki Yurttaşlar Derneği'nden bir elektronik mesaj geldi.

Mesajda, Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu'nun 14 Nisan 2003 tarihli genelgesiyle tarih derslerinde "asılsız Ermeni soykırımı, Pontus ve Süryani iddialari" konusuna yer verilmesi amaciyla başlatılan uygulamalara karşı bir imza kampanyası sürdürüldüğü söyleniyordu.

'Tarih Eğitiminde Düşmanlık ve Ayrımcılığa Hayır' başlığını taşıyan bu mektubu özetle aktarmak istiyorum.

"Hem yurttaşlar, hem de veliler olarak, Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu'nun 14 Nisan 2003 tarihli genelgesinin yarattığı ve yaratacağı sonuçlar konusunda derin endişe duyuyoruz. Tarih derslerinde 'asılsız Ermeni soykırımı, Pontus ve Süryani iddiaları' konusuna yer verilmesi gerekçesiyle başlatılan uygulamalar, müfredatın yeniden düzenlenmesi, öğretmen eğitimleri, ders kitaplarının bu anlayışla yeniden yazılması, kompozisyon yarışması, tarihin düşmanlığı kışkırtan ve ırkçı bir yaklaşımla öğretilmek istendiğini göstermektedir. İlgili genelge gereğince Kilis'te düzenlenen seminerde soru sorduğu için Hülya öğretmenin başına gelenler, öğretmenlere gönderilen ek müfredatın içeriği, tavsiye edilen başvuru kaynakları, dağıtılan tarihsiz, sıra numarasız, imzasız 'emirnameler' bile bu konuların sorumlu, nesnel bir biçimde işlenemeyeceğini açıkça ortaya koymaktadır."

Ben de yukarıda bu endişeleri taşıdığımı, yani bizzat hükümet kanadının ve tabanının uygulamaya karşı direndiğini anlatmak istemiştim.

Bu genelge, bu tesbitim için aslında çok güzel bir örnek oluşturuyor.

"Eğitimin ülkemizde demokrasi, barış ve farklı kimliklere saygı anlayışını yerleştirmeye ve güçlendirmeye hizmet etmesi gerekirken", yayınlanan bu genelge, "tam tersine belirli etnik-dinsel grupları suçlayıcı, ayırımcı, düşmanlık özendirici ve önyargıları keskinleştirici" bir nitelik taşıyor.

Burada başka bir bürokratik odak söz konusu değil. Talim Terbiye Kurulu farklı bir yapısı olsa da Milli Eğitim Bakanlığı bünyesi içinde bir organ.

Uygulama yasaları tek tek çok güzel metinler.

Ama bunları uygulamak ve insanları reform yapıldığına inandırmak için öncelikle bunlara inanmak gerekmiyor mu?

MGK'nın gizli yönetmeliği ile ortaya çıkan anlaşıyla, Talim Terbiye Kurulu'nun genelgesi nasıl da para-lellik arzediyor?

Genelge, adeta MGK'nın gizli yönetmeliğinin maddelerini aynen tekrar ediyor gibi...

Bakanlıklardaki kafalar, MGK'nın gizli hedefleri seviyesindeyse çıkarılan reform yasalarının uygulanma şansı tabii ki olmaz...

Önce kafalar ve temel anlayışlar için 'Uyum Yasaları' gerek...


25 Eylül 2003
Perşembe
 
KORAY DÜZGÖREN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED