AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Yalnız Türkiye'de...

Bizi bir köşeye çekilmiş fısır fısır konuşurken gördüklerinde merakları yüzlerine vurmuştu; bunu uzaktan farketmiştim. Hele bazen birimizin esprisine koro halinde güldüğümüz veya herhangi bir sebeple iç geçirdiğimizde artık kendilerine hâkim olamadıklarını belli etmeye başlamışlardı; merakları dayanılır olmaktan çıkıyordu. Nihayet biri patladı: "Aaa, biz sizi birbirinizin boğazına sarılırsınız sanmıştık..."

Oysa biz de onlarla birarada olduğumuza şaşıyor, kaderin garip cilvesine gülüyorduk; hayıflanmamız da o garip cilve yüzünden çekilenlereydi...

'Biz', yani Dursun Akçam'la ben... 'Onlar', yani bir holdingin yönetim merkezinde o sırada bulunan işadamları, emekli generaller, üst düzey bürokratlar... Köy Enstitüsü kökenli, Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) başkanlığı yapmış Dursun Akçam'ın Yeni Şafak yazarıyla kanının kaynaşmasını anlayamadıkları yüzlerinden okunuyordu evsahibi konumundakilerin... Ben ise, hayatı sermayeye karşı verdiği mücadeleyle geçmiş solun bayrak isimlerinden biriyle bir holdingte karşılaşmayı, 12 Mart ve 12 Eylül'de kendisinin de hayatını karartan darbelerde görev almış olmaları muhtemel generaller ile -zoraki olduğu hemen sırıtan- biraradalığını ülkemizin o tuhaf ilginçliğine bağlıyordum...

Hani, "Yalnızca Türkiye'de olur" denir ya, o duruma...

Cumhuriyet'in İsmet İnönü'lü döneminin ilginç bir deneyimidir Köy Enstitüleri... 'Sağ kesim', konunun hiç önem taşımayan lüzumsuz ayrıntıları üzerinde yoğunlaşarak deneyimin önemini ıskalamıştır. Enstitüler kızlı-erkekli ve yatılıydılar; dönemin özelliği gereği Sovyet sisteminden öykünüldüğü de belliydi... Ancak, o kurumlar olmasa elifi görse mertek sanmaya devam edecek köy çocuklarını okuma-yazma ışığına kavuşturması görmezden gelindi Köy Enstitüleri'nin... Demokrat Parti iktidarına gidilen günlerde, muhalefetin muhalefetliğini yaparak kurumları diline dolaması üzerine 'klasik sağcı' bir CHP'li bakan (Reşat Şemsettin Sirer) tarafından kapatılmaları, sağ kesimi gerçeğe körleştirdi...

Dikkatimi ilk çeken Nuri Pakdil'di: "Köy Enstitüleri'nde gençlerin zihinlerini dünya edebiyatına açan bir uygulama vardı" demişti; "Her sabah güne dünya klasiklerinden bölümler okuyarak başlanırdı." Her sabah ölümsüz eserlerle gözleri açılan köy çocukları arasından, o günün şartlarında, normalin ötesinde bir yoğunlukla edebiyatçılar çıkması başka nasıl açıklanabilir?

Hasan Ali Yücel'in başında bulunduğu Milli Eğitim Bakanlığı, bugün bile bir seviye teşkil eden kitap yayıncılığını, Dursun Akçam ve arkadaşlarının zihni açılsın, okudukları yazarlara özenip eser verebilsinler diye başlatmış olmalı. Nitekim, 'Köy Enstitüleri' dendiğinde başkalarının aklına ne gelirse gelsin, benim belleğime hep Köy Enstitüsü çıkışlı yazarlar üşüşür...

İlk karşılaşmamızda kanımızın kaynaşması için onun 'sol'dan bir isim olması bir engel değildi. Daha önce oğlu Taner'le dost olmuştuk; aramızda kan ve fikir bağının ötesinde çok daha soylu ve anlamlı bir akrabalık olduğunun bilincindeydim ben... Bunu benden önce onun ifade etmesi ise ancak gönül zenginliğiyle açıklanabilir...

Benim bir holding ortamında bulunmamın herhangi bir olağanüstülüğü yok, zamanımın neredeyse yarısı münasebetli-münasebetsiz birlikteliklerde geçiyor; ancak "Dursun Akçam'ın o holdingte ne işi vardı?" sorusuna aldığım cevap sizin de ilginizi çekebilecek bir dostluk nümunesidir: Köy Enstitülü TÖS başkanı Dursun Akçam ile holdingin patronu çocukluk arkadaşıydılar ve o gün-bugün aralarındaki dostluğu eksiltmemişlerdi... İnsanlar zenginleştikçe köklerinden koparlar; holding patronu ise yukarılara doğru yol aldıkça köklerine daha çok sarılmıştı... Dursun Akçam'ın herkesin önündeki iğneli takılmalarına da ses çıkartmıyordu patron... İyi günde kötü günde bağlarını koparmayı düşünmemişti iki dost... Bu yazıyı yazmama sebep de, geride kalan dostun verdiği gazete ilânı oldu...

Türkiye Dursun Akçam'ı ve Akçam gibileri neden dışladı? Neden cezaevleri ikinci adresleri yapıldı o insanların? Neden gençliklerinde veya ileri yaşlarında (Akçam, 12 Eylül sonrası, oğlu Taner'in daha önce iltica ettiği Almanya'ya zorunlu göç için adım attığında 61 yaşındaydı) yabancı ülkelerin kollarına terk etti onları? Köy Enstitüleri, Türkiye Cumhuriyeti tarafından, Dursun Akçam gibileri yetiştirmek üzere kurulmuştu; aynı Türkiye Cumhuriyeti yetişkin Dursun Akçam'ı hiddet ve şiddetine muhatap etti, neden?

Köy Enstitüleri nesli için geçerli bu sorular, günümüze daha yakın bir dönemin İmam Hatip nesli için de sorulabilir. Köy Enstitüleri 1950 öncesinin şartlarının ürünüydü, İmam Hatip Okulları da 1950 sonrasının; 1950 sonrasında Köy Enstitülülere reva görülenler, şimdilerde İmam Hatipliler için kader haline getirilmek isteniyor... Neden, neden?

Birlikteliğimizi o ilk tesadüfî karşılaşmamızla sınırlamayıp daha sonraya da taşıyabilseydik bu aklı delici, zihni burgulayıcı sorunun cevabını ikimiz bulabilirdik belki. Olmadı, olamadı ve olamayacak... Dürüst, namuslu, çileyi onurluca çekmeyi bilmiş 'sol' aydın Dursun Akçam'ı geçtiğimiz cuma günü kaybettik çünkü...

Allah'ın rahmeti hepimizi kucaklayacak kadar geniştir...


25 Eylül 2003
Perşembe
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED