AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Siz şaşırıyorsunuz ve fakat şaşakalmıyorsunuz

Dünkü yazımda "dikkat etmek" ile "dikkat kesilmek" arasındaki farka işaret etmiş, böylelikle şaşmanın veya şaşırmanın (hayret etmenin) bir anlık olabileceğine, şaşakalmanın (hayranlığın) ise sürekliliğine, deyim yerindeyse bu ikinci adımın durmak, duraklamak, durup kalmak, dura kalmak gibi bir tür 'durgunluk', hatta "buz kesilmek" gibi bir tür 'kesilme' hâli olduğuna dikkat çekmeye çalışmıştım.

Burada 'dikkat' (attention) hâlini gündelik dildeki alelâde 'dikkat'ten ayırmaya özen gösterdiğimi özellikle belirtmem gerekiyor. Sözkonusu 'hâl' farklı olunca, bu hâlin 'kavram'ı da, bu kavramı temsil eden 'sözcük' ve 'terim'in de farklı olması lâzım geliyor.

Çevremizdeki şeyleri bizim görmemiz 'dikkat' edimi olmadan olmaz; fakat çevremizdeki şeylerin bize görünmesi için 'dikkat' şart değildir. Nitekim 'algı' sözcüğü almak'tan gelir; çevremizdeki şeyler kendilerini bize sunarlar; biz ise onları zihnimize alırız; algılarız. Bu anlamıyla algı -sanıldığı gibi- bir 'fiil', bir 'eylem' değildir; zira algı sahibi, niyet ve irade sahibi demek değildir; ilk adımda bir eylem yapmayı istemez; istem aracılığıyla eylemez; bakarken etkin değil, edilgindir; dolayısıyla algı da tanım gereği fiil değil, infialdir. Bakan, nesnelere gitmez, nesneler bakana gelir; bakan nesneleri almamazlık edemez; yapabileceği şey, en çok aldıklarını muhafaza etmemekle sınırlıdır. Bakan alır ve atar. Gören ise, eyleyen demektir, görmeyi isteyen demektir. Gören almakla kalmaz, dilerse aldığını alıkoyar, saklar, muhafaza eder.

İlm'un-Nefs (Psikoloji) geleneğimizde 'algı' karşılığında 'idrak' sözcüğü kullanılırdı. Bakmanın adı idrak ise şayet, görmenin adı idrak'ul-idrak (idrakin idraki) idi. Terim karmaşasına yol açmamak için bazı âlimlerimiz bakma'yı ihsas'la, görme'yi idrak'le veya bakma'yı idrak'le, görme'yi ise iz'an'la karşılamayı yeğlemişler; bazıları da her iki idrak (algı) durumunu birbirinden ayırmak için ikincisine atfen sıfat kullanmayı tercih etmişlerdir; idrak ve idrak mea'l-iz'an (iz'anla beraber idrak) gibi. Nitekim Bugün Türkçemizde hâlâ kullanılan "idraksiz adam", "iz'ansız kadın", "idrak ve iz'andan nasibsiz" gibi ifadeler, geleneksel psikolojinin gündelik hayatta nasıl derinden derine yaşadığını gösterir.

Aristoteles'in Metafizik adlı eserinin girişindeki ilk cümle şudur:

- İlim hayretle başlar.

Yani bilme süreci şaşmakla, şaşırmakla başlar.

Bizim ilim ve irfan geleneğimizin baştacı edip geliştirdiği, zenginleştirdiği, tek kelimeyle 'aforizma' haline getirdiği bu sözün gözardı edilmesi halinde Mantık, Psikoloji, Ahlâk ve Metafizik alanlarında söylenenleri derinliğine anlamak imkânı yoktur dense sezadır.

Kabaca özetlemek gerekirse; şaşmak, şaşırmak hâli meraka, merak dikkate, bu düzeydeki dikkat ise bilmeye yol açar. Gündelik dildeki kullanımıyla 'dikkat' sözcüğü, şaşmaktan, şaşırmaktan önceki hâle (ihsas'a) denk gelirken; felsefî anlamıyla 'dikkat', o geçici şaşkınlıktan sonraki süreçte ortaya çıkar; bu idrak -eskilerin tabiriyle- idrak'ul-idraktir, iz'an'dır, iz'anla beraber idraktir. (Bu vesileyle söylemek gerekirse, 'merak' sözcüğünün de iki ayrı kullanımına dikkat etmek gerekir. Nitekim Babanzâde merhum, felsefî merakı tanımlamak için "şevk-i tefahhus" tamlamasını imal etmek zorunda kalmıştı.)

Şaşmak, şaşırmak hâlini ifade için "hayret etmek" tabiri kullanıldığı gibi, 'taaccüb' kelimesi de kullanılır. "Acîbime veya acaibime gitti" denildiği gibi, kısaca "taaccüb ettim" (şaşkınlığımı saklayamadım) dahi denilir.

Peki sonra? Şaşırdınsa n'olmuş?!?

Genellikle olan şudur:

- Hiiiç! Sonra yoluma devam ettim.

Yani?

Yani: "Şaşakalmadım, şaşkınlığım uzun sürmedi, orada oyalanmadım."

Oysa nadiren de olsa insanın başına şu da gelir:

- "Sonrasını hatırlamıyorum; öylece kalakalmışım."

İlki şaşırmak (hayret etmek), ikincisi şaşakalmak (hayran olmak). Şaşakalmak bir vecd u istiğrak hâlidir; bizi şaşıran, şaşırtan her ne ise, o şey bizi şaşırtmayı, şaşkın halde bırakmayı sürdürür; cezbe hâli, çekim süreci hâlâ devam eder; başka birşeyi göremez, başka bir şeyi düşünemez hâle geliriz; tutkuyla, sevdayla, aşkla bizi hayretlere garkeden o şeyden nazarımızı çeviremeyiz.

Daha önce işaret etmiştik: o şeyi gece gündüz düşünürüz, otururken, yatarken, uyurken ya da uykuda bile hep onu düşünürüz; ondan dolayı, sırf onun için en nihayet başka hiçbir şeyi düşünemeyecek hâle geliriz ve sadece ama sadece onu düşünürüz, herşeyden kesiliriz, başka hiçbir şeye yönelmeyip onu, evet her daim onu düşünürüz. İşte bu şaşırmak değil, şaşakalmaktır. Ancak, evet ancak yeteneğimiz varsa bizler şaşakalabiliriz.

Sanatçılar ve düşünürler çevrelerindeki herhangibir nesne karşısında şaşakalan, kalabilen kimseler arasından çıkar. Uyurgezer gibi yaşamaları da bundandır. Bu bakımdan kişinin neye şaşırdığı, neyin karşısında şaşakaldığı hiç ama hiç önemli değildir, önemli olan şaşakalmasıdır. Her ne ise, o şeye, herhangibir şeye dikkat kesilen kişinin, o şey dışında başka hiçbir şeye dikkat etmemesi, edememesi gayet tabiidir.

Uyanıklara şaşırmaktan, şaşakalmaktan çekinmemelerini, korkmamalarını söyleyemem. Dünyaya alık alık bakmayı bir zaaf zannedenleri; bir çocuğun, bir delinin, bir safın alıklığından uzak duranları uzak durmayı başardıkları için tebrik etmekten gayrı elimden ne gelebilir? Belki bir tek şey: gıbta etmek!

İnsanoğlu nasıl şaşırmaz? Bakışlarını kendisine yönelttiği o çokluk içinde gizli halde duran birliği (varlık), noktayı (nitelik), ânı (nicelik) nasıl olur da görmez? Görürse, görünce ve dahi görüp de nasıl şaşakalmaz?

İnanın şaşakalmış durumdayım.


29 Ağustos 2004
Pazar
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED