AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
İlişkinin doğrusu

Konuya sığ bir bakışla yaklaşıp çiğ ifadeler kullanmak da mümkün; ama o zaman olayın özünü kaçırabiliriz. Olayın özü şu soruda: “Türkiye’de bütün kurumlar basın özgürlüğünden yana mı?”

Soruyu önyargılı bulacakları veya kastın aşıldığını sanacakları en baştan uyarmakta yarar var: TSK’nın 28 Şubat’ın kendine özel şartları içerisinde başlattığı ‘basına akreditasyon’ uygulaması giderek Türkiye’de basın özgürlüğünün varlığını kuşku altında bırakır bir hal aldı; eğer uygulama değişikliğine gidilmezse, bütün hak ve özgürlüklerin kullanımı açısından en merkezî role sahip ‘basın özgürlüğü’, ülkemizde şâibe altında bulunmaktan kurtulamayacak...

Son örneği Hürriyet’te Ertuğrul Özkök yazdı. Jandarma Genel Komutanlığında yapılan devir-teslim törenine yalnızca dört gazeteci dâvetliymiş: Fikret Bila (Milliyet), Mehmet Ali Kışlalı (Radikal), Mustafa Balbay (Cumhuriyet) ve Hulki Cevizoğlu (Yeniçağ)... Kara Kuvvetleri Komutalığındaki törende dâvetli gazeteci grubu biraz daha geniş tutulmuş: Fikret Bila, Mustafa Balbay, Sedat Ergin (Hürriyet), Aslı Aydıntaşbaş (Sabah), Bilal Çetin (Vatan), Metin Özer (Star) ve Ercan Çitlioğlu (Referans)... Hepsi bu kadar... “Acaba komutanlar şahsi akreditasyon mu uyguluyor?” diye soran Ertuğrul Özkök, uygulamanın gazeteciden daha çok uygulayan kuruma zarar verdiğini de not olarak düşmüş...

Kısıtlayıcı uygulamalar basın özgürlüğüne dönük olduğu için esas ülkenin görüntüsüne zarar veriyor. Bazı ülkelerin ve uluslararası kurumların insan hakları raporlarında, bir süreden beri, Türkiye’de ayrımcı akreditasyon uygulaması da ‘kısıtlayıcı bir örnek’ olarak anılıyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) ilişkileri zedelenmesin diye daha önce düşünülemeyecek değişimleri kabul edebilecek kadar ‘uyumlu’ davranan bir kurumun, yalnızca kendi görüntüsünü değil ülkenin algılanmasını da olumsuz etkileyen bir uygulamayı sürdürme ısrarı anlaşılır gibi değil...

Gazetecinin durumu belli: Özel ilişki herkese açık olması gereken dâvetlere çağrılmak için açık kart yerine geçse bile, kaynağı ile fazlaca içli-dışlı gazeteciler okurları önünde bir gün mahçup durumda kalırlar... ‘Kaynak’ bu, ‘özel ilişki’ kurduğu gazeteciyi çıkarları istikametinde yoğurmak ve yönlendirmek ister; o isteğe râm olduğunuzda birbiriyle çelişkili haberlere imza atmanız, sonradan pişman olacağınız yorumlar yapmanız kaçınılmaz hale gelir...

Başka ülkelerde yaşanan gelişmelere bakılırsa, basınla ‘ayrımcı’ ilişkiler kurmak kuranlar açısından da hayırlı sonuçlar doğurmuyor. ABD’de Beyaz Saray ve Pentagon’da çalışanlar bu konuda açılmış soruşturmalara muhataplar bugün; siyasiler ve bürokratlarla özel ilişki içindeki gazetecilerin başları da ağrıyor. Dün burada değindiğim ‘tezkere öncesi’, ‘tezkere-sonrası’ ve ‘bugün’ birbiriyle çelişen ‘askere-ilişkin’ değerlendirmeler türünden talihsiz haberler yalnız itibarına düşkün gazeteciyi zora sokmaz, o haberlere kaynaklık eden kişinin bağlı olduğu kurumun itibarından da taşlar düşürür...

Anlaşılmayan gerçek şu: Gazetecilik bazı kişilere tanınan bir imtiyaz değildir ki ‘akreditasyon’ yoluyla sınırlanabilsin; basın özgürlüğü halkın haber alma özgürlüğüdür ve gazeteciye getirilen her kısıtlama halkın haber almasının önüne konulan bir engel sayılır. Gazetecilik yapanların kamu hizmeti gördükleri kabulünün temelinde de bu anlayış yatar. Bu temel kabul sebebiyle de, ‘akreditasyon’ kararı alan kuruluşun görevlileri ile görev yapmaları engellenen gazeteciler arasında ‘kamusallık’ açısından bir fark yoktur. Devletin her düzeyde memuru, -basına ilişkin olan da dahil- anayasa ve yasaların teminatı altındaki temel hak ve özgürlükleri korumakla yükümlüdür. Anayasal bir hakkın kullanılmasını engellemek ise suçtur.

Elbette, asker-sivil herkes, özel ilişki kurduğu, yakından tanıdığı, dostu olan kişileri ‘aileden sayıp’ özel günlerinde yanında görmek isteyebilir; buna kim itiraz edebilir? Ancak o ‘özel dâvetliler’ gazeteci iseler ve dâvet edilen olay başka gazetecilere kapalı icra ediliyorsa, bunun kuralları da bellidir; öyle bir törenden ayak-üstü mülâkat veya haber çıktığında, bu, resmen ‘kural-dışılık’ kabul edilir...

Daha en başta, “Türkiye’de bütün kurumlar basın özgürlüğünden yana mı?”diye bu yüzden sordum. Devletin bütün birimleri, Türkiye’nin AB perspektifini de yakından ilgilendiren bu evrensel gerçeği daha fazla vakit kaybetmeden görse iyi olacak.


« Geri Dön

 

29 Ağustos 2004
Pazar
 
FEHMİ KORU


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED