AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Bilim ve Siyaset: "abartılmış düşünce/abartılmış gerçek"

Azra Erhat Halikarnas Balıkçısı'yla mektuplaşmalarından birinde şöyle bir anektod aktarır:

- "İnönü birgün Üniversite profesörlerini çağırmış Çankaya'ya, bilmem hangi bilimsel kongre sonucunda, Tek-Parti döneminde -hoş Eyuboğlu'nun İnönü ile görüşmesi de bu toplantıdan sonra yinelenmemiş-, neyse İnönü o gün profesörlerin birinden Freud'u kendisine anlatmasını istemiş.

Profesör de anlatmış, anlatmış ve sonunda demiş ki:

- "Bu düşünce abartılmış bir düşüncedir."

İnönü de şöyle yanıt vermiş:

- "Ben de bir gerçek bulayım da varsın abartılmış bir gerçek olsun!" (s. 248)

Bilmem dikkatinizi çekti mi, bu diyalogda profesörün Freud'u yorumlayan ifadesiyle İsmet İnönü'nün ifadesi arasında garip bir karşıtlık saklı.

Profesör abartılmış bir düşünce'den söz ettiği halde, İnönü abartılmış bir gerçek'ten söz ediyor.

Acaba "abartılmış düşünce" ile kastedilen nedir? Öyle ya, abartı (mübalağa) işlemi nasıl olup da bir çırpıda düşünme için bir zarf, düşünce içinse bir sıfat haline gelebiliyor? Eğer biz 'abartı' sözcüğünü düşünme eylemine nisbetle zarf olarak kullanırsak, "abartılı düşünüyor" deriz ki bu düpedüz 'abartmak' demektir. Kişi düşünürken abartıya kaçar, abarta abarta düşünür ise 'abartmış' olur. Abartı bu yüzden pek düşünme eylemine bitişmez, aksine bir çırpıda eylemin kendisi haline geliverir. Lâkin ismin (düşünce'nin) önünde durmaktan çekinmez; "abartılı veya abartılmış düşünce"de olduğu gibi çokluk kendisi gibi bir ismi nitelemekle yetinir.

Peki düşünce düzeyinde 'abartmak' ne demektir? Her halde şu: Düşüncenin, yani olgular hakkındaki kavram ve yargıların olguların kendi gerçekliğine mutabık olmaması. Gerçeğe, gerçekliğe uygun ve mutabık düşünmemenin adıdır 'abartı'. Bir tür yanlış düşünme, yanlış düşünce.

İyi de acaba abartı, gerçekliğe hangi yönden ilişiyor ve onu hangi yönüyle tahrif ediyor? Sanırım ilk elde abartı'nın niceliksel bir işlem olduğunu söyleyebiliriz. Meselâ "Bir vuruşta 100 kişiyi deviririm" diyen bir bıçkının doğal olarak 'abarttığını' düşünürüz. Burada abartı sayısal, yani niceliksel bir mahiyet taşır. Ancak avcılar sadece avlanırlarken atmaktan değil, avlanmaları hakkında konuşurken de atmaktan hoşlanırlar. Abartı bu atışların niceliksel tasvirlerinde yer aldığından abartı düşünce düzeyinde değil, dil düzeyinde kalır ve dinleyenler de onların düşüncelerinin değil, sözlerinin abartılı olduğunu bildiklerinden "Atma!" veya "Abartma!" derler. Özetlersek her iki ikaz da "Dostum, gerçekliğin sınırlarını aşıyorsun, söylediklerinde bir miktar gerçek varsa da anlattıklarının çoğu gerçekliğe uygun değil; yani gerçekliğin sınırlarını geçip gerçek olmayan, gerçekliğe uygun olmayan şeyler söylüyorsun" vs. anlamına gelir.

Abartı işlemi niceliksel değil de niteliksel bir mahiyet taşırsa, bu artık düpedüz 'yalan' (vâkıa'ya bizzat gayr-ı mutabık) olur. İsmet İnönü'ye brifing veren Profesör, Freud'un görüşlerini "abartılmış bir düşünce" olarak nitelerken, Freud'un görüşlerinin gerçekliğin sınırlarını aştığını, gerçeklikle tamamen uyuşmadığını, gerçeklik ile kişisel/öznel yorumlarının içiçe girdiğini, kısacası bu görüşlerin bilimsel olmayıp ideolojik bir mahiyet taşıdığını söylemeye çalışıyor. Burası çok açık.

Peki İsmet İnönü bu açıklamada yer alan 'düşünce' sözcüğünü niçin bir çırpıda 'gerçek' sözcüğüyle değiştirip abartılmış olsa da bir gerçek'e sahip olmanın önemini vurguluyor dersiniz?

"İsmet İnönü'nün aynen bu sözcükleri kullandığından nasıl emin olabiliriz?" deyu aktarımın sıhhatinden kuşkulanacak olanların itirazlarını dikkate almamıza gerek yok. Çünkü çözümleme bir kere İnönü'nün sözcüklerini değil, sözünü önemseyerek yola koyuldu. Karşıtlık bir bilimadamı ile bir siyasetçi arasında; dolayısıyla bilim ile siyaset arasında.

Bilim abartılmış düşüncelere mesafeli durmak zorundayken, siyaset çokluk abartılmış gerçeklerle başarıya ulaşır. Siyasal iktidarın ele geçmesi kadar elde tutulması da gerçeğin abartılmasıyla, yani abartılmış gerçeklerle mümkün olur; tıpkı sanatın gerçek-dışına (gerçekten daha fazlasına) ihtiyacı olduğu kadar, siyasetin de gerçek-dışına (gerçekten daha fazlasına) ihtiyacı vardır. Büyük sanatçılar gibi, büyük siyasetçiler de bu durumu bilirler ve anlarlar. Sıradan bilimadamları ise ister-istemez abartılmış gerçeklerin 'gerçek' kısmıyla teselli bulup 'abartı' kısmını görmezlikten gelmek zorundadırlar. Görürler ve görmeyi başarırlarsa gözleri açılmış olur ve böylelikle usul usul 'bilimadamı' vasfını kaybederler; zira gün gelir bilimadamları da gerçekten ve gerçeklerden fazlasına ihtiyaç duyarlar.

Din, sanat ve siyaset hurafesiz yapamaz; zira abartısız yapamaz. Bu üç alanın tarihe şiddetle ihtiyaç duymaları bu nedenledir. Peki 'bilim' hurafesiz/abartısız yapabilir mi? Aslâ! Çünkü adına 'bilim' denilen etkinlik, şayet din, sanat ve siyaset olmaksızın birşeyler yapabiliyorsa, abartısız/hurafesiz de yapabilir. Onlarsız yapamadığına göre, abartısız/hurafesiz de yapamaz!

İnsanoğlu her zaman gerçekten/gerçeklerden daha fazlasına ihtiyaç duymuştur. Düşünürken ve eylerken abartması, abartıya kaçması hep bundandır.

"Beni sadece gerçek, ama sadece gerçek ilgilendiriyor" diyenler, hem kendilerini, hem bizi kandırmaya çalışıyorlar. Onlara kulak asmamalı da abartılmış olsun olmasın "tüm gerçeğin canı cehnenneme!" diyebilmeli. Çünkü hakikat yolculuğu, gerçeğin sınırlarına ulaşıldığı an ve noktadan başlar.

O halde nedir hakikat? Mekânda nokta, zamanda an!


4 Aralık 2004
Cumartesi
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED