AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Şarlak'ın kitabında 'en çok ilgi çeken ayrıntı'

Görüntülüsü görüntüsüzü farketmez "Türk medyası"nın neredeyse tamamı birkaç gündür Zeynep Sağıroğlu adlı genç kızın esrarengiz "rehin tutulması" olayı ile yatıp kalkıyor...

Hemen herkes gibi ülkenin en büyük gazetesi Hürriyet de bugünlerde bu işle meşgul... Elinizdeki yazı kaleme alındığı gün (3 Aralık) gazete iki baş sayfasını söz konusu hikaye ile kotarmayı başarmıştı...

Hürriyet bugünlerde bu "tekrar" işine çokça başvurmaya başladı. Hatırlar mısınız bilmem, gazete benzer bir şekilde 27 ve 28 kasım tarihli sayılarını da GATA'nın eski komutanı Prof. Tümgeneral Ömer Şarlak'ın piyasaya yeni çıkan "Kışladan Kampüse" adlı kitabından geniş alıntılar yaparak kotarmıştı. Başağı şaşırtıcı bir manzaraydı doğrusu; kitabın zamanında haber olmuş bir "siyanür" hikayesine ve Turgut Özal'ın ölümüne -hiçbir yeni bilgi içermeyen- ilişkin bölümleri çarşaf çarşaf tefrika edilmişti. Gazete az biraz daha gayret etse, Şarlak'ın kitabının Hürriyet okurları arasından tek bir alıcısının çıkmaması kuvvetle muhtemeldi...

Konuyu fazla uzatmayacağım; ancak gerek bazı generallerin "siyanürle" zehirlenmek istenmesine ilişkin hikaye, gerekse Özal'ın "5 günlük mumyalanma" hikayesinin (açıklıkla söylüyorum!) toplumun bilgilenmesi açısından en ufak bir değeri yoktu. Ayrıca gazetenin aktardığı bu hikayelere ilişkin aynı gazetede yer alan bilgiler de birbirini tutmuyordu. Mesela, Ömer Şarlak komutanların kahvesine konan zehirin "siyanür" olduğunun Eczacılık Merkezi'nce tespit edildiğini söylerken, gazetenin "Rizgâri" sitesinden indirdiği ve geniş yer ayırdığı bir yazıda kahvelere zehir katan erlerin "Siyanür istemiştik ama fare zehirine razı olmak zorunda kalmıştık" şeklinde konuştukları bildiriliyordu. Hürriyet'in (yine Şarlak'tan naklen) Özal'la ilgili attığı "Mumyalamada 11 general vardı" ya da "Yağ ve kas dokularına 'formol' dulduruldu" gibi başlıklar (ve bunların altında yer alan metinler) ise bir insanın ("ölü" ya da "diri" farketmez) "bütünlüğünü" çok zedeleyici mahiyetteydi.

Neyse, işin bu faslını da geçelim ve gelelim Hürriyet genel yayın yönetmeninin 3 Aralık tarihli yazısına: Ertuğrul Özkök, "Komutana kahve servisi mesafesi" başlıklı bu yazısında "en çok ilgimi çeken ayrıntı" diyerek Şarlak'ın kitabında yer alan "siyanürlü kahve" hikayesinden bakın nasıl bir sonuç çıkarıyor: "Acaba komutanlar, bu iki çocuğun 'kürt kökenli' olduğunu bilmiyor muydu? Buna en küçük ihtimal bile vermem. Çünkü, Türk ordusunun askerlik kayıtları çok kuvvetlidir. Demek ki, Türk Silahlı Kuvvetleri, hem komuta kademesinde hem de er düzeyinde ne etnik, ne dini, ne de bölgesel bir ayrım yapmıyor."

"Yapmıyor", çünkü iki "Kürt kökenli" er komutanlara kahve servisinde görevlendirilebiliyor!

Dikkat ederseniz, Özkök'ün aynen aktardığım bu sözlerinde bir "problem" var. Çünkü yazara göre, Türk Silahlı Kuvvetleri bir taraftan "Kürt kökenli" erleri kahve servisinde görevlendirecek derece ayrımcılıktan uzak dururken, diğer taraftan "Türk ordusunun askerlik kayıtları çok kuvvetlidir."

Yani öyle bir tablo ki, "çok kuvvetli kayıtlar" ve "ayrımcılık karşıtlığı" aynı zamanda pekâla mümkün olabiliyor...

Neyse işin bu faslına da geçelim ve yine Şarlak'ın kitabına dönelim:

Bana göre, bu kitabın "en ilgi çeken ayrıntısı" bambaşkadır. Bu "ayrıntı"ya önümde duran 29 Kasım tarihli Hürriyet de yer vermiş. Bu "ayrıntı"dan söz eden metin "Evren Paşa neden Türk kahvesi içmez?" başlığını taşıyor. Şarlak, kitabında bu sorunun cevabını şöyle açıklıyormuş: "Evren Paşa, Genelkurmay Başkanlığı'nda kurmay subaylık stajını yaparken daire başkanı olan komutanı Süleşman Paşa'nın köpüklü kahveye çok meraklı olduğunu, kendisinin imza için odanın kapısında sırasını beklerken, Paşa'nın kahvesini getiren posta erinin, kendisine sırtını dönerek bir şeyler yaptığını gördüğünü, merak ederek askere ne yaptığını sorduğunu, bu sorudan çok korkan askerin bir şeyler yapmadığını söylediğini, ısrarı ve güvence vermesi üzerine de koridor boyunca kahvenin köpüğünü ağzında taşıyıp tam kapının önünde fincana boşattığını itiraf ettiğini anlattı. O günden beri kahveyi pek içmediğini, hele köpüklü kahveyi hiç içmediğini de sözlerine ekledi."(!)

Aaaa! Tamam, "anılar"ın yayınlanmasından her zaman yanayız ama bu kadarı da fazla olmuyor mu?! Bu nasıl bir "ayrıntı"dır böyle... Ne yani, Genelkurmay'da komutanların köpüklü kahve istekleri hep bu yöntemle mi servis ediliyordu, Genelkurmay'da işleyen "çeşnicibaşılık" bu yönteme göre mi işliyordu? Hem bu ne nasıl bir kayıtsızlıktır böyle. "Kurmay subayı" generale sunulacak kahvenin içine tükürüldüğünü gözleriyle görmesine rağmen sesini çıkartmamakta, üstüne üstlük bir kahvenin içine tüküren ere "güvence vermekte"dir.

Sonuç olarak, Ömer Şarlak'ın kaleme aldığı "Alfa" yayınlarının yayınladığı, Hürriyet'in iki gün tefrika ettiği "Kışladan Kampüse" adlı kitap vakit geçirilmeden toplatılmalıdır!

Çünkü kitapta "en çok ilgi çeken ayrıntı", Türk Silahlı Kuvvetleri'nde "Kürt kökenliler"e kahve servisi yaptırılmaktan sakınılmaması filan değil, içine tükürülen köpüklü kahve hikayesidir...


4 Aralık 2004
Cumartesi
 
KÜRŞAT BUMİN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED