AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
TÜBA ve akademyanın sorgulanması

Prof. Dr. Şerif Mardin'in Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) üyeliğine kabul edilmemesi Türkiye'deki akademyayı az çok tanıyan hiç kimseyi şaşırtmadığından eminim. Olayın geçen hafta bir büyük gazetede haber yapılması konuyu kamuoyuna mal ettiyse de Şerif Hoca'nın TÜBA'ya üye yapılmadığını ilgililer biliyor ve eleştirilerini zaman zaman dile getiriyorlardı.

Bu olay beni yıllar önce yaşadığım bir hatırama geri götürdü. Konuyla doğrudan ilgisi yok gibi gözükse de aslında bir anlayışı, bir ideolojiyi ve bir inancı ortaya koyması bakımından açıklayıcı olduğunu sanıyorum.

İstanbul Üniversitesi'nde doktora öğrenimini sürdürdüğüm seksenli yılların başında arkadaşlar arasında Türkiye'nin gündeminde olan pek çok konu üzerinde son derece verimli tartışmalar yapardık. Bir gün bilimde objektiflik ve yanlılık üzerinde konuşurken İktisat Bölümünde doktora yapan Hasan adlı arkadaşım gayet uzun ve verimli bir konuşma yaparak objektifliği adeta bilimin amentüsünün ilk şartı olarak takdim etmişti.

Toplumu anlamak bilimin görevi mi?

Bize bu konuşmayı yapan Hasan, aynı zamanda o yılların önemli dergilerinden biri olan ve Yazarlar Kooperatifi adlı bir kuruluş tarafından çıkarılan YAZKO FELSEFE dergisinin de yazı işleri müdürlüğünü yapıyordu. Yani bir ideolojik kampa mensuptu ve dünyaya ister istemez bu açıdan bakıyordu. Onun bu özelliği kendi aramızda asla yadırganır bir durum değildi. Ancak Hasan'ın takip ettiği gazeteler ve dergilerin kendi ideolojisini paylaşanlar olduğunu biliyorduk.

Konuşmasından sonra kendisine objektifliği bilim için temel şart olarak ortaya koymasına ve kendisini objektif davranan bir kişi olarak görmesine rağmen okuduklarına bakılınca sadece bir kesime mensup kitap, gazete ve dergilerin olduğu, bunun objektiflikle çeliştiğini… belirterek bu davranışının bir çelişki olup olmadığını sormuştum. Bana verdiği cevap gerçekten çok ilgi çekiciydi. Hasan cevaben aynen şöyle demişti: "Bak arkadaş, bizim için din ölmüştür. Dine ilişkin gelişmelerle ilgilenmeye hiç gerek yoktur. Zaten din eninde sonunda toplumun gündeminden çekilecektir. Dini anlamak ve dinle ilgili gelişmelerle ilgilenmek boş ve zaman kaybından başka bir şey değildir."

Ben kendisine kendisi için dinin ölmüş olabileceğini, hatta ateist olmasının mümkün olduğunu, ancak toplumsal davranışları etkileyen temel faktörlerden biri olduğunu, toplumun iktisadi davranışlarıyla ilgilenen bir sosyal bilimci olarak toplumu ve toplumsal davranışları anlamak için muhakkak dini ve dinin toplum hayatındaki yeri ve önemini bilmenin bir zorunluluk olduğunu anlatmıştım. Tartışmamız bu minval üzre devam etmişti…

Bu hatıramdan şuraya gelmek istiyorum. Türk akademyası için, arkadaşımız Hasan'ın dediği gibi din, miadını tamamlamış, modern dünyada ve toplumsal hayatta yeri olmayan, sadece insanların vicdanlarında yaşamasına müsaade edilen bir duygudur. Bu ideolojik ve siyasi tercih bir bakıma akademyanın temel postülalarından birini oluşturmuştur. Zaten üniversitenin temel kurumsal işlevi, siyasi ideolojiye ve eylemlere meşruiyet zemini oluşturmak ve Batılı bilgiyi ülkeye transfer etmek değil midir?

Böyle bir ideolojik ve kurumsal kabulün egemen olduğu bir ülkede dünya çapında bir bilim adamı kalkarak uzun ve meşakkatli bir araştırma sonunda Türkiye'de din ile toplumsal değişme arasındaki ilişkileri ortaya koyuyor. Bir sosyolog olarak toplumda olup bitenleri, toplumsal değişmede dinin oynadığı rolü ve etkinliği Bediüzzaman Said Nursi Olayı temelinde ele alıyor.

İşte bu kabul edilebilir bir davranış değil. Çünkü akademyanın ideolojik olarak miadını doldurduğuna, toplumsal hayattan çekilmesi gerektiğine ve ancak insanın vicdanında yaşayabileceğine inandığı dinin, sanıldığı gibi miadını doldurmadığı, toplumsal hayattan çekilmediği ve toplumsal hayatın çeşitli katlarında son derece etkili olmaya devam ettiğini ortaya koymuştur.

Bu tür çalışmaları yabancıların yapmasında beis yok. Nitekim pek çok kişi bu türden çalışmalar yapmıştır. Ancak bir Türkün ve Türk akademyasına mensup birisinin yapması, bu kişi dünyaca ünlü biri bile olsa, hatta bu çalışmasını aslında bir Amerikan üniversitesi için yapmış ve orada yayınlanmış olsa bile bu kabul edilemez bir durumdur. Dolayısıyla akademya mensuplarını her alanda ayrıcalıklı bir cemaat olarak güçlendirmenin çabası içinde olan bir kurumun böyle bir sosyologu üye olarak kabul etmesi ideolojik misyonuna uygun olmamaktadır.



28 Aralık 2004
Salı
 
DAVUT DURSUN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED