AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Mehmed Âkif'i anarken

Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyelik sürecinde müzakere tarihi almış olması, çeşitli yorumlara yol açıyor. Olayı büyük bir başarı, kutlanması gereken bir bayram, çağdaş uygarlık yolunda önemli bir aşama, cumhuriyetin demokratikleşmesi için değerli bir fırsat… sayanlar olduğu gibi; bağımsızlığımıza yönelmiş bir tehdit, Kıbrıs'ı Girit'e çevirecek bir tehlike, Ermeni taleplerini azdıracak bir girişim, toprak bütünlüğümüzü parçalayacak bir tuzak, dînî ve millî değerlerimizi hızla yok edecek bir erime sürecinin başlangıcı… olarak görenler de var. Her iki yaklaşımın da aşırılıklar içerdiği, tarihsel ve toplumsal gerçeklerle, ülke ve dünya siyasetinin dinamikleriyle bağdaşmayan yönleri olduğu söylenebilir.

AB sürecine ilişkin itirazlar çerçevesinde millî mücâdele yıllarının hatırlatılması, o yıllarda söylenen sözlerin tekrarlanması, yeni bir Sevr ihtimalinin dile getirilmesi, hele Mustafa Kemal'in söylevlerinden, demeçlerinden deliller öne sürülmesi; acıklı mı, gülünç mü olduğuna karar vermekte zorlanabileceğimiz tuhaflıklara yol açıyor. Bu tuhaflıkları da besleyen asıl tuhaflığın 1923 sonrası dönemde Türk milleti ile Türk devleti arasında örülmeye çalışılan ve zaman zaman düşmanlık düzeyini bulan ayrılık, gayrılık ve gerilim duvarlarına yaslanan büyük tuhaflık olduğu kolayca göz ardı edilebiliyor. Demokratikleşme dönemlerinde atılan bazı adımların bu duvarlarda zaman zaman gedikler açtığı söylenebilirse de, onları kaldırmayı başaramadığı ortada. Yeni dönemin bu büyük tuhaflığı ne ölçüde ve hangi doğrultularda çözüme kavuşturacağı, öncelikle toplumumuzun iç dinamiklerine bağlıdır.

68 yıl önce, 27 Aralık 1936'da kaybettiğimiz büyük şairimiz Mehmed Âkif Ersoy'un birçok mısraı da, AB karşıtlığına destek sağlamak üzere kullanılıyor. Şairimizin millî mücadele yıllarında Kastamonu'da Nasrullah Câmii'nde 19 Kasım 1920 Cuma günü yaptığı konuşmayı okurken rastladığım şu cümleler, istenirse, pekâlâ AB yandaşlığı adına kullanılabilir:

"Bununla beraber icabında Avrupalılarla birleşebiliriz. Ancak bu birleşmek bize hiçbir vakit onların iç yüzünü unutturmamalıdır. Yani vatanımızın, dinimizin menfaati, ticaretimizin, servetimizin, refahımızın terakkisi nâmına icab ederse, mümkün olursa mütekabil, müşterek menfaatler üzerine bunlarla çekişe çekişe pazarlık ederek ittifak ederiz. Ancak bu pazarlıklarda son derece açık gözlü bulunmamız lâzım gelir."

Fakat siyasal yöneliş ve tercihleri de belirleyecek, ayakta tutacak ve başarıya ulaştıracak olan asıl güç, toplumun gücüdür. Bu gücün nasıl oluşup gelişeceğini de yine şairimizden dinleyelim: "Biz Müslümanlar ise maalesef gerek içimizdeki, gerek dışımızdaki yabancıların sözüne kanıyoruz da birbirimize itimad etmiyoruz. Onlardan giydiğimiz külâhı kendi dindaşlarımıza, kendi kardeşlerimize giydirmek için uğraşıyoruz. Cenab-ı Hak "Mü'minler birbirlerinin kardeşinden başka bir şey değildir" buyuruyorken yazıklar olsun ki biz, o kardeşlikten çok uzakta bulunuyoruz. Ancak ayda âlemde bir kere câmie geliyoruz. Huzur-ı ilâhîde birleşiyoruz. Fakat namazı bitirip pabuçlarımızı koltuklayarak dışarıya fırlayınca birbirimize karşı derhal ya hasım yahut hiç olmazsa bîgâne kesiliyoruz. Âyet-i kerîme var, nâmütenâhî ehâdîs-i şerîfe var. Bunlara göre; Müslümanlardan biri diğer dindaşlarını kendi öz kardeşi bilmedikçe, onların sevinciyle mesrûr, musibetiyle, mâtemiyle mahzun olmadıkça tam Müslüman olamaz."

Cenâb-ı Hak, Âkif'e rahmet, bizlere basîret ihsan etsin. Âmin!


28 Aralık 2004
Salı
 
İBRAHİM KARDEŞ


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED