AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
"Sarıkamış Dramı"ndan böyle mi söz etmeliydik?

Geçen hafta kendisine medyada en fazla yer bulabilen konuların başında "Sarıkamış Dramı" geliyordu. "Sarıkamış Dramı" diyorum, çünkü Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök'ün yayınladığı "90'ncı yılında Sarıkamış şehitlerini anma mesajı"nın hemen başında haklı olarak, 90. yıldönümü dolayısıyla bu yıl ön plana çıkan bu acı olaydan "Belleklerde 'Sarıkamış Dramı' olarak da yer alan bu tarihi olay" diyerek söz edilmektedir.

1914 yılının 15-22 Aralık tarihleri arasında Sarıkamış yakınındaki Allahuekber dağlarında onbinlerce askerin donarak ölmesinin 90. yıldönümünde Prof. Bingür Sönmez'in özel gayretiyle düzenlenen törenlerle anılması hiç şüphesiz ki toplumun "eskiler"in sergiledikleri fedakarlıklar karşısında beslemesi gereken vefa duygusunun çok yerinde bir göstergesi. Ancak arkada bıraktığımız şu birkaç gün içinde konuya ilişkin yazılıp çizilenlere ve yapılan açıklamaları gözden geçirdiğimizde ortada bazı tutarsızlıkların, hatta "yersizlikler"in eksik olmadığını da unutmamalıyız.

Bir kere herşeyden önce, Aralık 1914'te "Sarıkamış Dramı"nda kaç bin asker donarak ölmüş, şehit olmuştur? Sanırım sizin de dikkatinizi çekmiştir; ileri sürelen sayılar birbirinden o derece uzak ki, 90. yıldönümü dolayısıyla ileri sürülen "90 bin şehit" gibi bir sayının epeyce tartışmalı olduğu gözleniyor. Söylediğim gibi, verilen sayılar çok çeşitli: "90 bin" diyenler olduğu gibi, 60, 40, hatta 17 bin gibi sayılardan söz edenler de var.

Sizi bilmem ama ben bu çeşitliliği bir "savrukluk" bir "ciddiyetsizlik" örneği olarak değerlendiriyorum. Besbelli ki, Allahuekber dağlarında kaç bin askerin donarak öldüğünü tam olarak kimse bilmiyor.

"Sarıkamış Dramı"na ilişkin yayınlarda (yazılıp çizilenler ve açıklamalar) dikkatimizi çeken ikinci şaşırtıcı husus, bu büyük "dram"ın büyük bir acı olarak değil, büyük bir "kahramanlık destanı" olarak hatırlanmak istenmesidir. Mesela, TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın yayınladığı şu mesaj bu şaşırtıcı hususa iyi bir örnek teşkil etmektedir: "(Sarıkamış Harekatı) Mehmetçiğin vatan toprakları söz konusu olduğunda kendisinden kat be kat üstün donanıma sahip olan düşman güçlerin de ötesinde, çetin doğa şartlarını bile dikkate almadan şehadete koştuğunun dramatik bir örneğidir."

Sizi bilmem ama ben bu konuda TBMM Başkanı ile aynı fikirde değilim. Allahuekber dağlarında donarak ölen 90 bin (ya da 17, 40, 60 bin) asker, üzerlerinde yazlık üniformalarıyla, "çetin doğa şartlarını bile dikkate almadan şehadete" mi koşmaktaydılar, yoksa askeri açıdan tamamen yanlış olan ama "yüksek yerden" gelen bir emire mecburen uyarak göz göre göre ölüme mi gitmekteydiler? Onbinlerce askerin -herşeye rağmen- emre uyarak hiç mi hiç umut yokken o çetin doğa şartlarında Allahuekber dağlarının yolunu tutmaları "askerliğin" ya da "vatan müdafaasının" gereğini gözünü kırpmadan yerine getirmek olarak yorumlanıp bu harekattan da bir "kahramanlık destanı" çıkarılabilir mi? Bana göre çıkarılamaz; bana göre bu büyük "dram", "Prusya ordusu" disiplini içinde yetişmiş ve haddinden fazla hayalci bir komutanın her biri birer "ana kuzusu", birer koca ya da baba olan onbinlerce insanın hayatını büyük bir sorumsuzluk örneği sonucu hiçe sayarak onbinlerce ocağı söndürmesinden başka bir şey değildir. Allahuekber dağlarında donarak ölen onbinlerin gözlerini kırpmadan "şehadete koştuğunu" nereden biliyoruz?

Sözünü ettiğim bu "şaşırtıcı husus" ile Genelkurmay Başkanı'nın mesajında da karşılaşıyoruz: "Unutulmamalıdır ki, üzerinde yaşadığımız vatan toprakları kolay elde edilmemiştir. Bu vatanın inşa süreci, hepsi birbirinden kanlı ve neredeyse bir neslin tamamının canına mal olmuş bir süreci ifade etmektedir. (...) Sarıkamış askeri açıdan, var olma azminin, direncin, mücadelenin, inancın, fedakarlığın ve herşeyden önemlisi de, Türk halkı ve askerinin en zon şartlarda vatanı için neleri göze alabileceğinin abideleşmiş bir misalidir."

Bülent Arınç'ın mesajına ilişkin yaptığım değerlendirmenin bu mesaj için de geçerli olduğunu düşünüyorum.

Tabii ki sizin gibi ben de Sarıkamış'ta donarak ölen onbinlerce askerin aziz hatırasını yüreğimde hissediyorum. Ancak benim bu "dram"dan "kahramanlık destanı" üretmeye hiç mi hiç niyetim yok. Askeri açıdan tam bir fiyasko olan bu "harekat" (Enver Paşa'nın da amcası Hilmi Paşa'ya olayın hemen ertesinde itiraf ettiği gibi) Yaşar Kemal'in "Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana"da yazdığı gibi benim açımdan da herşeyden önce bir "insanlık dramı"dır. Yaşar Kemal şöyle yazıyor: "Sen kedi, sen hiç Allahüekber Dağı'nda olup bitenleri gördün mü? İnsan boyu, iki insan boyu karın içinde yalın ayak, başı kabak, pantalonu yırtılmış, kaputsuz, ceketsiz, koyunları bit dolu, donmuş elleri ile kaşınamayanları, Rus topçusunun karlı dağları ateşe, zindana çeviren güllelerini, karla birlikte uçuşan kolları, bacakları, kollarla bacaklarla, gövdelerle birlikte gökten yağan kanları, Allahüekber Dağları'nın doruklarında fırtınaya, boraya tutulup donan, taş kesilen, donmuş kirpikleri, kaşları, donmuş gözleri ile bakan on binlerce askeri gördün mü hiç?"

İsterseniz, Sarıkamış'taki "kahramanlık destanı"nı bu sefer de "harekat"a katılan kurmay subay Şerif Bey anlatsın: "Yol kenarında karların içinde çömelmiş bir asker, bir yığın karı kollarıyla kucaklamış titreyerek feryat ederek dişleriyle kemiriyordu. Kaldırıp yola sevketmek istedim. Beni hiç görmedi, zavallı çıldırmıştı. Bu suretle şu lanetli buzullar içinde biz belki on binden fazla insanı bir günde karların altına bıraktık ve geçtik."

Hadi oldu olacak Sarıkamışlı bir ihtiyarın "vaktiyle" ettiği şu sözlere de kulak verelim: "Buradan o dağlara baktığımızda, üzerine kar düşmüş çalılıklar görürdük. O çalılıkların, kurda kuşa yem olmuş askerlerimizin kemikleri olduğunu oraya gidince anladık."

Bilmem doğru mu ama şu bilgiye de bir yerlerde rastladım: Sarıkamışlı ihtiyarın anlattığı "çalılıklar" ancak 60'lı yıllarda, Üçüncü Ordu Komutanı Org. Refik Tulga'nın emriyle toplanıp bir araya getirilmiş ve üzerine bugünkü anıt yapılmış.

İşte böyle.... Buraya kadar söylemek istediklerimin özü şu: Hiç değilse "General Kış"a (bu tuhaf ifadeye de bir yerlerde rastladım) yenik düşerek ölen 90 bin (?) askerimizi anarken daha sakin olalım.... Unutmayalım ki "asker" olmadan önce onlar da birer "ana kuzusu", birer koca ya da baba idiler.... Savaş ile şaka olmayacağını hâlâ anlamadık mı?


28 Aralık 2004
Salı
 
KÜRŞAT BUMİN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED